Sabah Gülce oğlunun yanında, Aslan da annesinin başında uyandı. Aslan'ın her yeri tutulmuştu sedirin üzerinde. Parmaklarının arasındaki fotoğraf duruyordu hala. Son kez baktı o fotoğrafa. Bir daha bakmaya da niyeti yoktu. Bu kadının yüzünü her görüşünde içinde bir yerler sıkışıp kalıyordu. Biri yüreğini avuçlayıp sıkıyordu sanki. Nefesi düzensizleşiyordu. Uzak durmalıydı ondan. Becerebilirse tabi. Annesinin odasından çıktı. Merdivenlere doğru yürüdü. Tam o sırada bir kapının kapandığını duydu. Az önce uzak durmaya karar verdiği kadın bütün güzelliğiyle dalga geçer gibi duruyordu önünde. Bakışları Aslan'ın ciğerini ezip geçiyordu resmen. Bakışlarından gözlerini alınca yine sabahlıkla olduğunu fark etti.
- Böyle dolaşma ortaklıkta.
Gülce kendine baktı.
- Böyle derken? Nesi var?
- Etrafta bir sürü adam var. Gireni çıkanı, arayanı soranı çok olur bu konağın. Hele de bu ara. Hoş değil, biz alışkın değiliz.
Gülce artık sinirleniyordu. Daha fazla konuşmasına izin vermedi.
- Tamam, anladım.
Dönüp gitti. Arslan'ın aklı kadının saçını bütün hırçınlığıyla savurmasındaydı. Biraz sonra kahvaltı masası hazır olunca herkes sofradaydı. Hüma Hanım, torununu sordu.
- Hanımım, sabah erkendi bir şeyler yedi Gülce Hanım ile oğlan. Ondan inmediler herhal.
- Git, çağır. İnsin aşağı. Yıllardır kim sofradan ayrı yemiş bu konakta.
- Olur hanımım.
Fatma, çabucak Gülce' nin kaldığı odaya çıktı. Kapıya vurdu.
- Gelebilirsiniz.
İçerde Gülce minik Aslan'ının üzerini giymesine yardım ediyordu.
- Şey...
- Evet, buyrun.
- Hüma Hanım sofraya gelsinler dedi de. Biz kahvaltımızı ettik, teşekkür ettiğimizi söylersin.
-Yok, Hanımım insinler dedi. Adettir, herkes sofrada bulunur.
- Tamam kaldığımız süre boyunca oluruz ama biz yedik. İnmemize gerek yok diye düşünüyorum.
- Öyle değil, Hanımım kızar. İnseniz iyi olur.
Gülce, bunun neden bu kadar önemli olduğunu ve neden ısrar ettiklerini anlamadı. Ama belli ki inmezse sorun olacağa benziyordu.
- Tamam, hazırlanıp gelelim.
Fatma derin bir soluk aldı.
Aslan'ı giydirdikten sonra siyah omuzlarını açıkta bırakan bir bluz giydi. Altına acı kahverengi bir etek, ayaklarında yine kahverengi botlar... Aynanın karşısında saçlarını şöyle bir karıştırdı. Boynuna kalınca bir kolye, beline zarif bir kemer... En son şifonyerin üzerindeki alyans da takılı kaldı gözleri. Avucuna alıp biraz bekledi. Takmakla takmamak arasında gidip geldi. Cesur yaşarken hiç çıkarmamıştı parmağından. Bu aralarındaki bağın ve sırların bir göstergesiydi. Cesur da çıkarmazdı alyansını. Onun anısına saygıdan da olsa geçirdi parmağına yüzüğü. Oğlunun elinden tutup indi aşağı.
Merdivenlerden öyle bir iniyordu ki eteklerini savura savura. O farkında değildi ama bütün konağın gözleri onun üzerindeydi. Saçları dalgalandıkça yüreğine oturuyordu herkesin. Masaya doğru yanaşırken Hüma Hanım şöyle bir süzdü gelinini. O zaman fark etti Gülce gözlerin onun üzerinde olduğunu. Bir tek kişinin başı kalkmamıştı masadan. Bir tek Aslan yüzünü çevirmemişti ondan yana.
Hüma Hanım gelinine, Narin'in yanını gösterdi. Şimdi tam karşısındaydı Aslan'ın.
- Ben ilgilenirim oğlanla.
Fatma, çocuğun elinden tutmuş götürecekti.
- Kahvaltısını yaptı zaten. Yani bir şeyler yedi.
- Kek yaptık mutfakta, ondan veririz biraz.
Gülce, başını saklamakla yetindi. Sonra sofraya dönünce açıklama yapma gereği hissetti.
- Şey... Biz... Yani Aslan sabah acıkınca bir şeyler atıştırmıştık. Ondan geç kaldık biraz.
Aslan, Hüma Hanım' ın konuşmasına izin vermedi.
- Açıklama yapmak zorunda değilsin. Burası sizin de eviniz. Canınız ne zaman isterse o zaman yersiniz.
İlk defa başını kaldırıp bakmıştı Gülce'nin yüzüne. Gülce adamın gözlerinin ardında sebepsiz bir öfke gördü. Takıldı kaldı. Ne yapmışlardı ki, neden bu kadar öfkeliydi? Neden böyle alev alev yanıyordu gözleri?
- Teşekkür ederiz.
İçerden gelen kızlar Gülce'nin çayını doldurdu. Gülce çayından bir yudum aldıktan sonra sofrada sessizliği tekrar böldü.
- Eğer sorun olmazsa bugün Aslan'ı biraz dışarı çıkarayım diyorum. Yani çok bunaldı, pek iyi de görünmüyor.
- Olur. Yanınızda Yavuz da olsun. Tek çıkmayın.
- Gerek yok aslında. Yani biz biraz etrafı keşfederiz. Biraz baş başa vakit geçiririz. Aslan çok sarsıldı, onunla anne oğul konuşmamız lazım. Anlatmam gereken şeyler var.
- Anlatacağını yine anlatırsın ama tek çıkamazsınız.
Gülce adamın ısrarını anlamadı, üstelik sinirlenmeye de başlıyordu.
- Nedenmiş o?
- Buralar, geldiğin yerlere benzemez çünkü.
- Ne farkı var acaba? Açıklarsanız ben de bileyim.
- Bak Gülce Hanım. Biz büyük bir aileyiz. Dostumuz var, düşmanımız var. Öyle sizi tek bırakamayız.
Gülce olayı büyütmek istemedi.
- Peki, anlaşılan korumalarla gezeceğiz.
Narin ürkekçe tartışmaya katıldı.
- Abim iyiliğiniz için diyor.
Gülce ona dönüp gülümsedi.
***
Kahvaltıdan sonra Hüma Hanım avluda kahvesini içerken Gülce oğluyla beraber aşağı indi.
- Biz biraz dolaşmaya çıkıyoruz.
Hüma Hanım gelinine bakmadan seslendi.
- Yavuz!
- Buyrun Hanımım.
- Gelin Hanımla beraber çıkın. Az öteden takip et. Dolaşacaklar biraz.
- Olur Hanımım.
Gülce oğluyla beraber çıktı.
- Miniğim, ne yapalım he? Ne istersin?
Minik Aslan, omuzlarını silkti.
- Acıkınca, susayınca ya da canın ne isterse bana söyle olur mu?
***
Gülce oğlunun elinden tutmuş bilmediği bir şehrin sokaklarını arşınlıyordu. Öyle dardı ki sokaklar... Şaşırmıştı Gülce. Arslan'ın yorulduğunu hissettiğinde biraz duruyor. Onunla beraber şaşkın şaşkın ortalığı seyrediyordu. Biraz ileri de Aslan mavi renkli badem şekerlerini gördü. Annesinin eteğini çekiştirip parmağıyla orayı gösterdi.
- Alalım mı?
Aslan başını salladı.
Gülce, oğluna badem şekeri almak için dükkana girerken Yavuz da gümüş satan bir dükkanın vitrininde takılara bakıyordu. Birini öyle çok beğendi ki... Alsam mı diye düşündü. Az ileride Gülce ile oğlu badem şekeri alıyordu. Onlar alana kadar o da fiyatlarını sorabilirdi.
- İçeri girer girmez adam onu tanıdı.
- Oooo Yavuz hoş geldin. Aslan Beyimin bir emri mi vardı?
- Yok, ben şu kolyelere bakacaktım. Fiyatı ne bunun?
İçlerinden birisini gözüne kestirdi. Telkari işi ucunda güzel bir çiçek vardı. "Pek yakışır." Diye düşündü.
- Hayırdır sen kime alıyorsun bunu?
- Sana ne kardeşim? İşine baksana sen!
***
O arada Gülce, oğluna badem şekerlerini aldıktan sonra gezintisine devam etti. Nasıl olsa arkalarında Yavuz onları izliyordu. Bir şey olsa haber verirdi. Biraz ilerledikten sonra arkasına dönüp baktı. Yavuz' u göremedi. Neredeydi ki bu adam? Dükkanların arasında dolaşmaya devam etti. Tam o sırada arkasından biri ona seslendi.
- Gülce!
Gülce arkasına döndüğünde Ömer'i gördü.
- Siz, uçakta tanışmıştık değil mi?
- Evet, Ömer ben.
- Tanıdım, merhaba.
- Merhaba. Ne yapıyorsunuz bakalım burada?
- Aslan'la dolaşıyoruz biraz. Evde canımız sıkıldı da.
- E size bir kahve ısmarlayayım o zaman, ne dersiniz?
-Aslında biz dönsek iyi olurdu. Epey oldu çıkalı.
- Bir çayımızı iç bari. Lütfen, ısrar ediyorum.
Gülce, onu bu sefer vazgeçiremeyeceğini anladı.
- Tamam.
- Şöyle geçin.
Otantik ama bir o kadar da modern bir kafeden içeri girdiler. Çok hoş bir koku vardı içeride.
- İçerisi çok güzel kokuyor.
- Kahve kokusu, ben de severim. Çeşit çeşit kahve yaparız burada.
- Ne güzel. Burayı işletiyorsunuz demek.
- Sayılır, büyük bir aileyiz biz. Fabrikalarımız, topraklarımız var. Burası kaçış adresim diyelim. Kafa dinliyorum burada.
- Anladım.
- Kahve?
- Olur.
Gülce kahvesini beklerken Aslan etrafı inceliyordu.
- Aslan, oğlum! Yanıma gelir misin?
- Bırak incelesin. Dikkatini çekti galiba.
- Galiba, ama uzaklaşmasa iyi olur.
- Bizim çocuklar etrafta bir şey olmaz.
O sırada mis gibi kokan bir kahve geldi.
- Buyrun Beyim.
- Önce hanımefendiye oğlum, onu da mı ben söyleyeyim.
- Çok teşekkür ederim.
- Süryani kahvesi derler, kakule aromalıdır. Bir dene bakalım, beğenecek misin?
Gülce kahveden bir yudum aldı. Mükemmel bir tadı vardı. Oldum olası kahvenin her türlüsünü severdi zaten.
- Bayıldım, çok güzel bir aroması var.
- Bunlara da Süryani çöreği denir. Tadına bak istersen.
Gülce çöreğin tadına baktı.
- Hurma mı var içinde?
- Çok az insan anlar bunu.
- Ben hurmayı çok severim, ondan heralde.
Ömer'in gözü kadının parmağındaki alyansta kaldı. Çıkarmamıştı. Belli ki önemliydi onun için. Sonra kendine kızdı. Tabi önemli olacaktı, ne kadar oluştu ki eşini kaybedeli.
- Eee nasıl geçti?
- Ney?
- Cenaze için geldiğinizi söylemiştin.
- Haa evet. Zordu.
- Anlıyorum.
Ömer içini kemiren soruyu sormaya karar verdi.
- Şey, yanlış anlamazsan yani eşin kimdi? Biz buralarda herkesi tanırız.
- Kendisini değil ama muhtemelen ailesini tanırsın. Cesur... Cesur Seyhanlı benim eşim.
- Cesur Seyhanlı mı?
- Evet, hatta şehrin dışına yakın büyükçe bir konakları var. Onlarda büyük bir aile. Yani ben ilk defa tanıştım ama öylelermiş.
Ömer, kadın Cesur ismini soyledikten sonra dediklerinin hiçbirini duymadı. Adeta sağır olmuş gibiydi. Kulaklarında sebebini bilmediği bir uğultu vardı.
- Sen... Sen Cesur Seyhanlı'nın karısı mısın?
Gülce adamın haline şaşırdı. Cesur un adını duyduktan sonra bir şeyler olmuştu. Belli ki onu tanıyordu.
- Onu tanıyorsun galiba.
- Sayılır.
- Bir şey mi oldu?
Ömer inanamıyordu. Günlerdir rüyasında, düşünde gördüğü bu kadının Seyhanlıların gelini olması inanılır şey değildi. Ama belli ki o da pek tanımıyordu onları hatta hiç tanımıyordu. Cesur... Cesur Seyhanlı'nın karısıydı demek. Demek Cesur'un cenazesi kalkmıştı.
Ömer inanmak istemiyordu, onun düşmanı olduğu bir aileyle ilgisi olduğunu kabul etmek istemiyordu.
- Yok, yok bir şey.
- Ee ben kalkayım o zaman.
Ömer sadece başını salladı. Diyecek bir şey bulamıyordu.
Gülce yerinden kalkıp şöyle bir etrafa baktı.
- Oğlum nerede acaba?
Adamlardan biri cevapladı.
-Buradaydı şimdi, bakayım ben.
Birkaç dakika sonra adam geri döndü.
- İçeri de yok. Dışarı çıkmış heralde.
- Ne demek içeri de yok. Az önce buradaydı. Nasıl dışarı çıkmış ya?
Ömer Gülce'yi sakinleştirmeye çalıştı.
- Merak etme buralardadır. Uzağa gitmiş olamaz, çocuklar bulur şimdi.
- Hani gözleri üzerindeydi. Ne demek uzağa gitmiş olamaz?! Hiçbir yeri bilmiyor ki.
- Tamam, telaş etme. Oğlum bakın siz de etrafa dikkatlice.
Adamlar birkaç dakika sonra tekrar döndüler.
- Yok beyim, gitmiş.
- Ne demek gitmiş? Ne diyor bunlar? Nereye gidebilir, hiçbir yeri bilmiyor.
Ömer, Gülce'nin omzuna dokundu.
- Tamam, merak etme. Küçük yerdir burası buluruz şimdi.
- Çek elini! Allah'ım ne yapacağım ben? Ne yapar, ne eder? İlk defa gördüğü bir yerde nere sığınır? Allah'ım yardım et.
***
Yavuz, hediyesini alıp dükkandan çıktığında Gülce ile oğlanı göremedi.
- Nere gitti şimdi bunlar? Ayvayı yedik şimdi.
Hemen dükkanların önünde oturan bir adama sordu.
- Amca, buradan yabancı kahverengi saçlı, böyle renkli gözlü bir kadın geçti mi? Yanında sarışın, ufak bir oğlan olacak.
- Yok valla görmedim.
- Nasıl görmedin ya? Ne diye oturdun ya burda? Hey Allahım!
Yavuz ne yapacağını şaşırdı.
- Allah kahretsin, Allah kahretsin! Aslan Bey beni öldürecek!
***
Gülce çıldırmak üzereydi. Kendini sokağa attı. Önce bir etrafında döndü. Nereye gitmesi gerektiğini, oğlunu nerde arayacağını bilmiyordu. Evden peşlerine taktıkları adam da yoktu. Ömer koşarak yanına geldi.
- Tamam, adamların hepsini gönderdim. Beraber arayacağız merak etme. Buluruz hemen.
- Allah'ım ya ona bir şey olursa?! Nasıl kaybederim oğlumu nasıl? İçeride oynuyor sanmıştım. Allah'ım neden gözüm üzerinde değildi neden?!
- Tamam, harap etme kendini. Bulacağız şimdi.
Gülce sokaklarda bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Gördüğü herkese oğlunu tarif etmeye çalışıyordu. Delirmiş gibiydi. Ömer ile Gülce sokak sokak Aslan'ı ararken Yavuz da onları arıyordu. Birkaç saat sonra Gülce bir duvarın dibine çöküp ağlamaya başladı.
- Allah'ım yardım et, neler yaşıyoruz böyle?! Nerdesin Aslan nerde?! Nasıl bulacağım seni?! Kim bilir ne kadar korkmuştur. Ya başına bir şey geldiyse?! Ya biri ona zarar verdiyse?!
- Gülce, bulacağız onu. Bak burda kim görse onu yabancı olduğunu anlar. Belki de korkudan bir yere saklanmıştır. Merak etme hiçbir şey olmayacak.
***
Tam o sırada Yavuz da öylece kalakalmıştı. O kadar aramasına rağmen ikisini de bulamıyordu. Mecbur korka korka aradı Aslan Bey'i.
- Hayırdır Yavuz?
- Beyim şey...
- Geveleme ne diyeceksen de Yavuz işim var.
- Beyim Gülce Hanım oğlanla dolaşmaya çıkmıştı ya.
-Eee...
- Ben de hemen arkalarındaydım beyim.
- Ee Yavuz sonra ne oldu?
Arslan'ın yüreği hızlıca çarpmaya başlamıştı. Başlarına bir şey mi gelmişti acaba? İçindeki merak onu yiyip bitiriyordu.
- Konuşacak mısın artık Yavuz?
- Beyim ben nasıl oldu, anlamadım. Birden kayboldular.
- Nasıl kayboldular? Ne demek kayboldular? Ne diyorsun sen Yavuz?MERHABALAR CANLARİM SONUNDA YENİ BOLUMU YAZABİLDİM. KUSURA BAKMAYİN GEC OLUYOR AMA ELİMDEN GELENİ YAPMAYA CALİSİYORUM. UMARİM BEGENİRSİNİZ. YORUMLARİNİZU VE OYLARİNİZİ ESİRGEMEYİN.HEM EFSUNUM HEM DE GULCEM İCİN. SİZLERİ SEVİYORUM.SAGLİKLA KALİN.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜLCE
General FictionBirbirinin kanına susamış, ezeli düşman iki aile... Yıllardır saklanan bir sır... Sırları ve çocuğuyla beraber bu iki ailenin arasında kalmış bir kadın... Gülce bu keşmekeşin içerisinden oğlunu çıkarabilecek mi? Yoksa imkansız da olsa içinde filizle...