Bölüm 3

264 15 7
                                    

Kimseler ne olduğunu anlamadı. Gülce'nin kollarında can verdi Cesur. Ambulans geldiğinde artık çok geçti, üstelik polislerde gelmiş etrafı soruşturuyordu. Minik Aslan annesinin kucağında etrafa bakıyordu. O da ne olduğunu anlayamamıştı. Gözlerindeki korku Gülce'nin öyle yüreğine oturdu ki.
Biraz sonra polisler bilmem kaçıncı kez geldiler soru sormak için. Aslan'ı Ayşe'nin yanına bıraktı. Sonra ardı arkası kesilmeyen soruları cevaplamaya çalıştı. "Olay nasıl gerçekleşmişti? Ne zaman gerçekleşmişti? Tam olarak ne olmuştu? Cesur'un düşmanı diyebileceği birileri var mıydı? Etrafta şüpheli kimseyle karşılaşmışlar mıydı?" Sonra daha özel sorular... " Eşiyle arası nasıldı? Başka biriyle ilişkisi olabilir miydi? Ne kadar süredir birlikteydiler?"
Tüm bu sorular Gülce'nin beyninde yankılandı durdu. Pek çoğunun cevabından emin olamıyordu. Ağzından çıkanların bile farkında değildi. Sadece arada bir Ayşe'nin yanındaki oğluna bakıyordu. Konuşmadan, korkulu gözlerle etrafı seyreden oğlu... Konuşmuyordu, ağlamıyordu. Sadece öyle bakıyordu tepkisizce.
- Gülce Hanım, eşinizin ailesiyle bir problemi var mıydı? Ayrıca arkadaşlara bilgilerini verelim, ulaşsınlar.
Gülce, derin bir uykudan uyanmış gibiydi. Bilmiyordu ki.
- Kim? Ne?
- Ailesi diyorum... Eşinizin ailesine ulaşalım.
- Ben... Ben bilmiyorum.
- Ne demek bilmiyorum. Eşinizin ailesini tanımıyor musunuz?
- Hayır, bilmiyorum. Tanımıyorum. Ailesinden hiç söz etmezdi, onlarla hiç tanışmadım. O da benimle beraber olduğu süre boyunca hiç görüşmedi. Bir ailesi var mı bilmiyorum.
Karşısındaki polis yavaş yavaş sinirleniyordu artık. Sorduğu hiçbir sorunun yanıtını alamıyordu. Yanıtlanan sorular da muallâk...
- Babaa!!!
Gülce, oğlunun sesini duydu. Ayşe'nin kollarından kurtulmuş bir yere doğru koşuyordu. Koştuğu yöne döndü. Cesur... Simsiyah bir ceset torbasının içine konuluyordu. Zifirî siyah bir torba... Gülce de oğlunun ardından fırladı. Polisler Aslan'ı durdurdu. Gülce oğlunu yakaladı. Sarıldı, Aslan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gülce, oğlunun hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı, olmadı. O da bıraktı kendini sonunda. Anne oğul ağlayarak, Cesur'un o simsiyah torbayla götürülüşünü izlediler.
***
Geriye Dönüş
- Parmağında yüzük yok evli değilsin değil mi?
- Sana ne bundan?
- Bebeğin babası nerde? Yani biliyor mu?
Gülce artık sinirlendi.
- Ne sorup duruyorsun. Tamam yaptın bir iyilik, sağ ol. Ama  bunlar özel sorular... Tanımadığım bir yabancıya anlatmayacağım tabiki!
Koridorda Cesur önde, Gülce arkada kosar adımlarla yürüyerek vardılar danışmaya. Gülce danışmadaki kadına borcunu sordu. Kadın hesaplayıp kağıtları uzattı. Hesap kabarıktı, para ödeyebileceğinden cok fazlaydı. Cüzdanını çıkardı bütün parasını verse ancak yarısını ödeyebiliyordu.
- Şey... Ben yarısını versem kalan kısmını da sonra ödesem olmaz mı?
- Maalesef hanımefendi. Ama isterseniz kredi kartı kullanabilirsiniz.
Gülce bu sefer çantasından kredi kartını çıkardı, kadına uzattı. Bir umut ödeyebilirim belki diye düşündü.
- Kusura bakmayın efendim, yetersiz bakiye.
Cesur onu izliyordu. Bu sefer o kartını uzattı.
- Burdan alın.
Gülce engel olmaya çalıştı.
- Hayır, gerek yok. Ben hallederim.
- Siz alın burdan.
Danışmadaki kadın kartı aldı, hesap kapandı.
- Benim borcumdan sana ne? Ne diye ödüyorsun? Ben halledebilirdim.
- Nasıl halledeceksin? Üzerindeki para seni ancak doyurur. Işten de atıldın, adam bir daha seni asla işe almaz. Hele ki arabasına yaptıklarından sonra...
- Sen... Gördün mü?
- Gördüm tabi, umarım şikayetçi olmaz. Mutlaka etrafta bir kamera vardır.
Gülce bu sefer endişelendi.
- Bırak sana yardım edeyim.
- Nasıl edeceksin?
- Önce bir yemek yiyelim ha, ne dersin?
Önce beraber bir yemek yediler. Ardından bir şeyler içmek için boğaza nazır bir yere oturdular. Gülce kahve istedi, pek severdi. Ama Cesur izin vermedi, portakal suyu içmeliydi.
- Senin adın ne? Hala bilmiyorum da ben.
- Cesur.
- Cesur ne? Kimsin yani?
- Cesur Seyhanlı. Avukatım, Mardinliyim. Tek başına yaşıyorum.
Esmer bir adamdı Cesur. Kahverengi gözleri vardı. Sıcak bakıyordu ama içerlerde bir yerlerde dokunsan ağlayacak gibi mahzundu.  Uzun boylu, yapılıydı.
- Sen anlat bakalım. Kimsin, nesin? Başına neler geldi?
- Gülce adım. Gülce Gülen. Takı tasarımı yaparım, resimler çizerim. Bulabildiğim yegâne işi  de kaybettim bugün, gerçi gördün zaten. Genelde pek yolunda gitmez benim için hayat.
- Ailen yok mu? Yani annen baban...
- Yok. Daha doğrusu bir annem var ama varlığıyla yokluğu bir. Hatta yokluğu daha iyi. Babamı desen hiç görmedim.
Cesur güldü.
- İkimiz de aile konusunda pek şanslı degiliz heralde.
- Niye? Seninkiler nasıl?
- Benimkiler biraz değişik. Pek anlaşamayız, hayal ettikleri gibi bir evlat değilim heralde.
- Sen de koptun geldin İstanbul'a yani.
- Öyle... Bazen çok acı verse bile hayatından çıkarman lazım bir şeyleri, bazı kimseleri.
- Haklısın.
- Bebek?
- Neyi soruyorsun?
- Yani bir babası var heralde.
Gülce sinirlendi.
- Yok! Benim çocuğum sadece o.
- Tamam tamam, sakin ol.
- İnanmamam gereken bir adama inandım. O da sağ olsun yüz üstü bırakıp gitti. Çok salağım dimi? Öyle düşünüyorsun yani... Ya da kim bilir aklına neler geliyor? Ama öyle değil işte. Insan bazen hayatına mâl olacak yanlışlar yapabiliyor. Bazen yaşam sen ne yaparsan yap kendi seyrinde ilerliyor, engel olamıyorsun. Öyle kalakalıyorsun işte. Bazen ufacık bir his seni önüne katıp götürüyor. Sürüklüyor. Sen ne olduğunu anlamıyorsun bile.
- Haklısın. Peki şimdi ne yapacaksın?
- Bilmem. Ondan vazgeçmeye niyetim yok. Kimseye minnet de etmiyorum. Bunca zaman nasıl yaşadıysam bundan sonra da yaşayabilirim.
- Sen çok güçlü bir kadınsın. Ama bundan sonrası pek de öyle olmayabilir.
- Evet şuan beş kuruş param yok ama iş bulup çalışabilirim. Kastettiğin oysa...
- Pek değil. Hadi bitir şunu.
Gülce portakal suyunu bitirirken bir yandan da boğazı seyrediyordu. "Her şeyin bir sebebi olmalı." diye düşündü Cesur. Daha bu sabah baba olamayacağını, bir çocuğa sahip olamayacağını öğreniyordu. Şimdi de babası olmayan bir çocukla karşılaşıyordu. Bu kadının karşısına çıkması tesadüf olabilir miydi? "Değil." dedi içinden. "Gülce'nin karşıma çıkması tesadüf olamaz."
- Niye bakıyorsun öyle?
- Sana bir teklifim var. Daha doğrusu bir anlaşma.
- Anlamadım.
- Birbirimize yardım edebiliriz Gülce.
- Ne yardımı? Senin neden benim yardımıma ihtiyacın olsun ki?
- Var Gülce, senin yardımına ihtiyacım var. Yepyeni bir hayata baslamak için yardımına ihtiyacım var. Geçmişimden kurtulmak için yardımına ihtiyacım var. Heee bide ben kısırım. Yani asla çocuğum olmayacak. Doktor tedavi falan diyor ama boş. Benim bir çocuğa, bir aileye; onunda bir babaya ihtiyacı var. Evlenelim Gülce.
Günlerce ısrar etti Cesur. Daha yeni tanıştığı biriyle nasıl evlenebilirdi ki Gülce. Cesur bunu nasıl düşünebilirdi. Ama sonunda pes etti. Büyük bir anlaşma ve büyük bir sır vardı şimdi aralarında. Cesur ile Gülce evlenecek, Cesur yepyeni bir aileye sahip olacaktı. Eskisini hatırlamayacaktı bile, tamamen hayatından çıkaracaktı. Gülce de oğlunu tertemiz büyütecekti. Onu seven bir babayla hem de...
***
Minik Aslan babasının götürülmesinden sonra hiç konuşmadı. Onun suskunluğu Gülce'yi boğuyordu adeta. Gülce de olanlara akıl sır erdiremiyordu. Bunu onlara yapanın kim olduğunu bilmiyordu. Kim, neden yapardı ki bunu? Onlar kimseye zarar vermemişlerdi. Kimsenin canını yakmamışlardı. Peki şimdi neden Gülce ve Aslan'ın yüreği yanıyordu? Niye kendilerini parçalara ayrılmış, artık toparlanamayacak gibi hissediyorlardı?
Aradan günler geçti. Bütün araştırmalar, otopsi... Her şey sonuçlandı. Kimin yaptığı ile ilgili kesin bir bilgiye ulaşılamıyordu.  Geriye sadece cenaze işlemleri kalıyordu.
Can karşısında hayatının en büyük ikilemini yaşayan kadına baktı.
- Ne yapmayı düşünüyorsun?
- Bilmiyorum Can. Karar veremiyorum. Iki yol var önümde ya onu burda tek başıma gömeceğim. Yaşarken olduğu gibi yanında sadece biz olacağız. Ya da ailesini arayıp bulacağım.
- Gülce, bunca yıl onlardan ayrı yaşadı. Yanında olmasını isteseydi bunca senedir bir kez olsun arayıp sormaz mıydı? Görüşmez miydi?
- Haklısın ama o artık yaşamıyor Can. Düşünsene annesinin, babasının, varsa kardeşlerinin bunu bilmeye hakkı yok mu? Bunca yıl ayrı yaşadıktan sonra cenazesini olsun istemezler mi? Artık yaşamadığını bilmek istemezler mi?
- Mutlaka isterler.
- Hem Cesur, yıllar sonra doğduğu, ait olduğu topraklarda olmak istemez mi? Yılda birkaç kez olsun birilerinin onu ziyaret etmesini istemez mi? Hele annesi... Düşünmek bile istemiyorum. Evladımı kaybetmişim ama haberim yok. Bir yerlerde yüreğimi sökmüşler ama ben bilmiyorum. Cesur onlardan uzak durmak istiyordu Can. Onları görmek, o hayatı yaşamak istemiyordu. Eğer kapılırsa onu bir girdap gibi içine çekmesinden korkuyordu. Ama özlüyordu da. Anlam veremediğim bir hüzün, bir çaresizlik vardı gözlerinde. Hep derinlerde bir yerde mahzundu. Ailesiz olmanın ne demek olduğunu biliyorum Can. Ben öldüğümde birilerinin cenazeme gelip "iyi bir insandı." demelerini istiyorum. Yakınlarımın beni hatırlamasını istiyorum. Öldüğümde bari yalnız olmak istemiyorum.
- Bulalım o zaman. Haber verelim onlara. Gelip alsınlar onu. Cenazeyi ailesinin yanında gömelim.
Gülce gözleri dolu dolu salladı başını.
Can hız kesmeden hemen araştırmalara başladı. Mardin'de Mahmut Seyhanlı diye bir adamı arıyordu. Cesur'un babası... Nüfusta çalışan bir arkadaşından Cesur'un babasının uzun yıllar önce vefat ettiğini öğrendi. Annesi ve kardeşleri hayattaydı. Can onları kısa bir süre içinde buldu. Mardin'in en büyük ailesiydi, herkes tanıyor biliyordu. 
- Müjdemi isterim Gülce. Cesur'un ailesini bulduk. Yarın abisiyle iletişime geçeceğim.
- Bir abisi mi varmış?
- Evet, bir abisi bir de kızkardeşi var. Babası hayatta değil ama annesi yaşıyor. Önce bir telefon görüşmesi yapılacak. Ardindan aile cenazeyi almak ister heralde. Biz de burdan cenazeye gideriz. 
***
Can, Cesur'un abisiyle görüştü. Ona olan biten her şeyi anlattı.
Seyhanlı ailesi Mardin'de koca bir konakta yaşıyorlardı. Mardin'in en tanınmış ailelerinden biriydi. Uzun yıllardır çalışan telkari atölyeleri hem Mardin'in hem de onların simgesiydi.
Cesur'un haberi varınca koca konağı simsiyah bir matem havası sardı. Hüma Hanım oğlunun öldüğünü duyduğu anda kopardı çığlığı. Bağırdı, ağladı. Yıllardır görmemişti oğlunu, hasretti. Ama yıllardır görmediği oğlu şimdi tabutla gelecekti. Yüreği dayanmıyordu Hüma Hanım'ın nasıl dayanabilirdi ki evlat acısına. Ciğeri sökülüyordu sanki. Büyük oğlu annesini teselli etmeye çalışıyordu ama nafile.
- Annem, yapma böyle. Çok hırpalıyorsun kendini, hasta olacaksın.
- Dağ gibi oğlumu toprağa vereceğim ben. Iki gözümden birini gömeceğim. Nasıl hırpalamam? Yerden yere savursam şu aciz bedenimi ancak değil mi?
Oğlu annesinin ellerine sarıldı.
- Annem! Yapma gözünü seveyim.
Hüma Hanım çok ağıtlar yaktı oğlunun ardından. Çok ağladı. Lakin yüreğinin ateşini tek bir şey söndürebilecekti. Hüma Hanım ölen oğlunun yerine torununu basacaktı bağrına. Onunla kapayacaktı derin yarasını.
- Kim gelecekmiş cenazeyle?
- Karısıyla oğlu. Bir de Can diye bir arkadaşı...
- Nee?
Oğlu annesinin neyi sorduğunu anladı.
- Evet, Cesur'un bir oğlu varmış anne.

TEKRAR MERHABA:) ILK BOLUMLERIN GIRIS GIBI OLDUGUNU SOYLEYEBILIRIM. BUNDAN SONRA HIKAYE DALLANIP BUDAKLANACAK MERAK ETMEYIN. FIKIRLERINIZE ACIGIM VE DESTEKLERINIZI BEKLIYORUM. BENI YALNIZ BIRAKMAYIN.
MUTLU KALIN.

GÜLCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin