Bölüm 2

284 13 3
                                    

Geriye Dönüş
Gülce sabah kalktığında çok halsizdi. Bir an "gitmesem mi işe" diye düşündü ama zaten firsat kolluyorlardı eleman çıkarmak için. Üstelik yeni anlaştıkları altın firmasına çizdiği tasarımlar çok beğenilmişti. Bir gayret kendini topladı. Duvarları su çekmekten küflenmiş evin duvarlarına baktı. " En iyisi güzel bir kahvaltı yapayım." diye düşündü. Dolabı açtı ama içerisinde pek bir şey yoktu. Bir parça peynir, biraz zeytin, bir tane de yumurta... İş çıkışı markete uğrayayım diye düşündü ama ay sonuydu. Birkaç gün daha idare edebilirdi.
Bu zamana kadar kendi kazanıp kendi yemişti Gülce. Üniversite yıllarında okurken çalışmak zorunda kalmıştı, bölümün en iyi tasarım yapan öğrencisi olmasına rağmen zar zor bitirdi okulu. Dersi olmadığı zaman bir kafede garsonluk yapıyordu. Aksam eve gelince de sabahlara kadar terziden aldığı kot pantolonların iplerini kesiyordu. Çok bir şey almıyordu ama 1+1 evini geçindirmek için çalışmak zorundaydı. Mezun olduktan sonra da zar zor bulmuştu bu işi kaybetmek istemiyordu.
Yumurtayı haşlamaya koydu. Küçük bir tabağa da peynirle zeytini... Çay demlemek istedi ama yoktu. Dolapta duran meyve suyundan bir bardak koydu kendine. Mutfaktaki artık ayakları sallanan masaya oturdu.
- Yeni bir masa daha aldırma bana! Birazcık daha dayan. Zaten aldığım boğazıma ancak yetiyor. Karın tokluğuna çalıştırıyorlar resmen.
Yumurta haşlana dursun, Gülce'nin gözleri duvardaki küfe takıldı. Daha geçen gün temizlemişti. Şöyle bir göz gezdirdi evin içine. Annesi param yok diye üniversiteye yollamak istememiş o da kavga edip çıkmıştı evden. Zaten annesi ona değil de o annesine bakıyor gibiydi. Babası olacak adam daha Gülce ufacıkken bırakıp gitmişti.
- Bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyormuş!
Öyle derdi annesi hemen ardına da eklerdi;
- Babalarının sevmediği kızları kimse sevmez. Akıllı ol!
Olamamıştı ama. Aklını kullanamamış, hiç sevmemesi gereken bir adamı sevmiş; inanmaması gereken birine inanmıştı. Işte böylece de ortalıkta bırakılmıştı. Boyle yapayalnız... Gülce ilk defa korktuğunu hissetti. Ama kendi için değildi korkusu. Elini karnının üzerine koydu. Korkusu daha doğmamış yepyeni, masum bir can içindi. Yıllar sonra babasının onun için kurduğu cümleyi tekrar duymuştu. Bu sefer kendi çocuğu icin kurulmuştu o cümle.
- Bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorum.
Korkuyordu Gülce, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ama ne yapmaması gerektiğini biliyordu. Asla annesi gibi bir anne olmayacaktı. Asla onu yalnız bırakmayacaktı. Asla pes etmeyecek, güçsüz düşmeyecekti. Sonuna kadar onun için mücadele edecekti. Onu sevgiyle büyüyecekti ki o da çocuklarını oyle büyütsün. Onu tertemiz büyütecekti ki o da hayatı boyunca tertemiz yaşayabilsin.
Gülce hiç vazgeçmemişti yaşamaktan. Hastalıktan titredigi, açlıktan bayıldığı, sevgisizlikten sokaklar boyunca içini parçalarcasına ağladığında bile vazgeçmemişti. Şimdi onun için yaşayacaktı. Kimseye ihtiyacı yoktu.
Yumurtayı soyup yemeye koyulduğunda birden midesi bulandı. Zor attı kendini lavaboya. Içinde ne varsa hepsini çıkarmıştı. Elini yuzunu iyice yıkadı. Üzerini değiştirip evden çıktı.
***
Cesur sabah çeşitli yerlere tasarımlar yapan bir firmanın ufak bir anlaşmazlığını çözmek için yola koyulmuştu. Önce firmanın yetkilileriyle görüşecekti. Ordan da diğer firmalara... Iş davalık olmadan aralarında halletmeye çalışacaktı ama dava söz konusu olursa da çok uzun süreceğini zannetmiyordu. Tüm bunların öncesinde hastaneye uğrayıp yaptırdığı detaylı taramanın sonuçlarını alması gerekiyordu.
Kırmızı ışıkta durduğu sırada telefonu çaldı.Baktı, arayan abisiydi. Konuşmak istemiyordu, onlardan biri olmak istemiyordu. O ufacık, ona göre hissiz şehrin bir parçası olmak istemiyordu. İnanmadığı, kimin koyduğu bile belli olmayan, hep güçlüden yana olan kuralları uygulamak istemiyordu. Uygulatmak da... Sırf güçlü, zengin, sözü geçen bir aileye mensup diye insanlar ona saygı duysun istemiyordu.
Mardin'in en büyük ailelerinden biri olan Seyhanlı ailesinin ikinci oğluydu Cesur. Mahmut ile Hüma Seyhanlının ortanca çocuğuydu. Abisinin gölgesinde kalan, kızkardeşinin sonsuz şımarıklarını izleyendi hep. O arada kalmış, kendisi gibi olmasına asla izin verilmemişti. Abisi gibi sert ve mesafeli olması isteniyordu. Ama o yufka yürekliydi. Sonra onun gibi ailenin işlerini devam ettirmesi isteniyordu. Kokuşmuş telkari atölyelerinin başına geçip yüzyıllar öncesinden kalma bir geleneği sürdürmesini bekliyorlardı. Tabi bir de Karademirler ile olan kan davasını sürdürmesini... Halbuki onun yüzü geçmişe değil geleceğe dönüktü. Onun yüreği adaletle çarpıyordu. Hem de kayıtsız bir adalet... Kendi kuralları vardı, inandığı kurallar.
Babasına kafa tutmuş, İstanbul'da hukuk fakültesini dereceyle bitirmiş, şimdi de hayali olan mesleği hayali olan şehir de yapıyordu.
- Ahhh Istanbul... Görüyor musun bana ne yaptığını? Seninle olacağım diye kimleri karşıma aldığımı görüyor musun?
Uzun zamandır görüşmüyordu ailesiyle. Tamamen irtibatı kesmeye çalışıyordu artık o ailenin bir parçası olmak istemiyordu.
Biraz sonra hastanenin önünde durdu. Danışmaya geldiğini haber verdi. Bekletmeden içeri aldılar.
- Merhaba Cesur Bey, nasılsınız?
- İyiyim doktor ama çok vaktim yok. Ondan sonuçları alıp biran önce çıkmam lazım.
Doktor güldü.
- Peki, detaylı bir check-up yaptık. Genel olarak bir probleminiz yok gayet sağlıklısınız Cesur Bey.
- Tamam, çok teşekkür ederim Doktor Bey. Şimdi gidebilirim o zaman değil mi? İşin aslı benim herhangi bir şikayetim yoktu zaten, firsat elime geçmişken siz de ısrar edince yaptırdım.
- Anlıyorum fakat bir sorun var.
Doktorun gülümsemesi soldu, yüzü bulutlandı.
- Neymiş sorun?
- Bakın Cesur Bey... Size detaylı bir tarama yaptığımızı söylemiştik. Üreme testleri de yapıldı bunun içerisinde tabiki. Sonuca göre sperm hücreleriniz yok denecek kadar az. Yani çocuk sahibi olmanız pek mümkün görünmüyor Cesur Bey.
- Kısır mıyım yani?
- Pek çok tedavi yöntemi var. Çocuk sahibi olmaya karar verdiğiniz de bunları deneyebiliriz tabiki.
- Doktor... Kısır mıyım?
- Maalesef...
Cesur, doktorun odasından çıktığında ne hissedeceğini bilemiyordu. Çocuğunun olmamasının ondan ne götüreceğini bilmiyordu. Hesap edemiyordu. Ama tabiki günün birinde sevdiği kadınla evlenip aile kurmak istiyordu. Gerçi doktorun söylediklerine göre bu mümkün değildi. Hem ne kadar severse sevsin ömrü boyunca anne olamayacağını bilen bir kadın onunla evlenir miydi? Yani ona hiç çocuk veremeyecek bile olsa sevmeye devam edebilir miydi?
Firmaya doğru gidiyordu fakat kaç ışık atladı. Kaç kez korna sesleriyle kendine geldi bilmiyordu. Firmanın önüne geldiğinde beraber çalıştığı arkadaşı Can onu bekliyordu.
- Nerde kaldın Cesur? Sabahtan beri seni bekliyorum burada!
- Geldim işte.
- Neyin var senin? Yüzün bembeyaz.
- Yok bir şey, hadi adamları bekletmeyelim.
Içeri girer girmez firmanın müdürünün odasına geçtiler.
***
Gülce firmaya geldiğinde kapıdaki guvenlik görevlileri onu içeri almıyordu. Işten çıkarılmıştı. Hem de hiçbir açıklama yapılmadan... Muhasebeye bırakılan parayı alıp gitmesi söyleniyordu. Gülce bunları duyunca çıldırdı tabi. Zorla içeri girmek, müdürle görüşmek istedi ama izin vermediler.
- Yahu bir bırakın! Kaç senedir çalıştığım yer! Nasıl böyle kapının önüne koyarlar? Bırakın müdür beyle görüşeyim!
- Kesin emir var Gülce Hanım. Alamayız sizi içeri. Muhasebeyle görüşüp gitmeniz gerekiyor.
- Bu ne demek yaa? İnsan değil misiniz? Neden işten çıkarıldığımı bile bilmiyorum. Sebebini öğrenmek hakkım!
- Daha fazla rezillik çıkmasın hanımefendi. Eşyalarınızı alıp çıkın lütfen.
Gülce böyle içeri giremeyeceğini anladı ama o kaknem müdürle görüşmesi gerekiyordu. Ne yapıp ne edip girecekti içeri.
- Tamam, madem öyle muhasebeye gitmem gerekmiyor mu? Bırakın gideyim.
Kapıdaki güvenlik görevlileri biribirine şaşkın şaşkın baktılar.
- Ne var? Ne bakıp duruyorsunuz aval aval? Muhasebede içeride değil mi? Bırakın da paramı alayım bari.
- Peki ama beş dakikanız var.
Gülce içeri girer girmez müdürün odasının yolunu tuttu. Dışardan yanında iki kişi daha olduğu görülüyordu.
- Gülce Hanım bekleyin, Müdür Beyin misafirleri var!
Gülce pat diye açtı kapıyı. Müdürle beraber yanındakiler de şaşkınca ona bakıyorlardı.
- Günaydin Müdür Bey! İşten neden çıkarıldığımı öğrenebilir miyim?
- Şu an misafirim var Gülce Hanım sonra konuşalım.
- Valla ben buraya kadar gelmesem konuşacağınız yok! Üstelik güvenlik beni içeri bile almak istemedi.
- Biliyorsunuz ki bir süredir eleman çıkarıyoruz Gülce Hanım.
Gülce artık sabrının son sınırındaydı.
- Ama neden ben!? Şurada benim yaptığım tasarımları yapabilecek başka birini gösterin! Daha geçen gün görüştüğünüz şirket benim tasarımlarımı beğenmedi mi? Nasıl işten çıkarabilirsiniz beni? Üstelik size bu işe ne kadar ihtiyacım olduğunu anlatmıştım.
- Burası hayır kurumu değil Gülce Hanım! İşyeri... Her yardıma ihtiyacı olana iş veremeyiz. Bizim de kendimize göre bir tasarruf planımız var. Sizin yerinize o işi yürütecek birini illaki buluruz.
- Ne demek benim yerime yaa! Benim çizimlerim onlar! Kimseye satamazsınız!
- Çizimleri bizim işyerimizde çalışırken yaptınız. Başka bir yere satmadığınızdan nasıl emin olacağım? Çizimler bizde kalacak!
- Beni kendinizle karıştırmayın! Ben sizin gibi soyguncu ve adi değilim.
- Yeter artık! Güvenlik! Güvenlik, atın şunu dışarı!
Gülce yaka paça dışarı çıkarıldı ama siniri geçmemişti. Burnundan soluyordu. Neden hayat ona bir kere yardımcı olmuyordu? Nerden iş bulacaktı şimdi? Muhasebedeki parasını da alamamıştı. Lanet etti tüm olanlara. O arada müdürün gıcır gıcır olan yeni arabasını gördü.
- Görürsün şimdi sen!
Arabanın yanına koşar adımlarla gitti. Önce çantasından anahtarını çıkarıp boydan boya çizdi. Öfkesi yine geçmemişti. Bu sefer de bir yandan ağlıyor bir yandan arabayı tekmeliyordu.
-Al sana! Şerefsiz herif! Allah belani versin pislik!
Yorulduğunda durdu.
- Neden ya neden? Niye bir kere doğru gitmiyor her şey? Neden hep en zoruyla yüzleşmek zorundayım? Bir kerecik iyi insanlar çıkamaz mı karşıma?
Kendi kendine öfkesini yenmeye çalışırken birden başı döndü, sabahtan bir şeyler de yiyememişti. Dengesini kaybedip düştü. Düşerken kafasını da yol kenarındaki yüksekliğe çarptı. Gülce yerde, başından kan sızıyordu.
O sırada onu uzaktan izliyordu Cesur.
- Dur bakalım, ne yapacak?
- Ne yapacak, haşat etti arabayı deli.
- Bayıldı! Koş Can bayıldı kadın!
***
Gülce gözlerini özel bir hastane odasında açtı. Cesur yanıbaşındaydı, Can dışarda.
- Nerdeyim ben?
- Yorma kendini, hastanedesin.
Gülce yerinden kalkmaya çalıştı, Cesur engel oldu.
- Kalkamazsın, başını çarptın. Birazdan doktor gelir. Dinlen şimdi.
- Sen kimsin?
- Sizin müdürün odasındaydık ya. Gerçi senin bizi görecek halin yoktu.
Cesur kıkırdadı.
- Pislik herif!
- Kim? Ben mi?
- Yok yok pardon, size demedim. Teşekkür ederim ama benim çıkmam lazım.
- Dur bakalım, doktor bir gelsin. Çıkarsın.
Doktor içeri girdi.
- Annemiz biraz sakar galiba.
Gülce ile Cesur birbirine bakakaldılar.
- Ama biraz daha dikkatli olmanız gerek. Babası her zaman yanında olmayabilir. Mazallah bir yerde başınız döner de düşerseniz bu sefer çok daha sert çarpabilirsiniz.
Cesur öylece doktoru dinliyordu.
- Annemizin kendisine iyi bakmasi gerekiyor beyfendi. Kan değerleri çok düşük. Üstelik çok da halsiz kalınmış, muhtemelen bulantılardan da bir şey yiyip içemiyor. Vitamin değerlerinden bahsetmiyorum bile. Bebeğin sağlığı için...
- Bebeğin babası o değil. Ne söyleyecekseniz bana söyleyin.

MERHABALAR! YENI BOLUMLE KARŞINIZDAYIM. BU BOLUM BIR GERIYE DONUS BOLUMUYDU AMA MERAK ETMEYIN BUNDAN SONRAKİ NORMAL ZAMANINDA ILERLEYECEK. DESTEKLERINIZI ESIRGEMEYIN. HEPINIZI SEVIYORUM.
MUTLU KALIN, IYI GECELER!

GÜLCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin