case twelve: happily ever after

197 29 126
                                    

Virginia, Calum'ın Evi, 18 Aralık 2018, saat 09.45.

Pazar sabahına pastırma kokusuyla ve kolumda hissettiğim dürtmeyle uyandım. Gözlerimi araladığımda Jules'un gözleri gülerek bana baktığını gördüm. Elbette ben de hemen gülümsedim. Yerimde hafifçe doğrulup gerildikten sonra heyecanlı yüzünü izleyerek sordum. "Ne bu mutluluk?" Oturduğu yerden kalktığında neredeyse somurtacaktım ama perdeyi açtığında cevabımı aldım.

Kar yağıyordu.

Duke'un pati sesleri koridordan odama doğru gelmeye başladı, gülümseyerek yataktan çıktım. Bana atladığı an eğilip onu kucağıma almıştım bile. "Harika bir gün planladım," İçimde uzun zamandır hissetmediğim huzurla doğruldum ve pencerenin yanında konuşan sevgilimin yanına yürüdüm. "Kahvaltı yapacağız ve sonra da Duke'a yünlü ufak montuyla patilerine özel olan minik ayakkabılarını giydirip dışarı çıkacağız." Duke bu planı onayladığını gösterir biçimde havladı. Başının üstünü öpüp tekrar pencereden baktım.

Yaklaşık iki saat bu güzel ve garip bir şekilde normal olan günümüzün tadını çıkardık. Uzun zamandır bir davaya denk gelmeyen ilk pazarımızdı; o yüzden ikimizin yüzünden de büyük bir mutluluk okunduğuna emindim. Aklımda ne bir olay, ne bir ceset, ne de bir kuşku vardı. Bu duyguyu özlemiştim. Hem de çok.

Dışarıdan geldiğimizde ben sıcak çikolata yapmak için mutfağa girdim. Kupalarımızı oturma odasına götürdüğümde Duke'un küçük montundan dinozor kostümüne geçiş yaptığını, Jules'un da kendi kazağını çıkarıp benim FBI kapüşonlumu giydiğini gördüm. Bu manzara karşısında kalbim eriyerek yanlarına oturdum.

Sessizce, ama huzur içinde sıcak çikolatalarımızı içmemiz telefonlarımıza aynı anda gelen mesaj sesiyle bozuldu. Bir vaka olsaydı Ashton ya da Ann'in arayacağını bildiğimden gerilmeden telefonuma uzandım. FBI'dan gelen maili görünce mırıldandım. "Yıllık değerlendirme programlarını göndermiş olmalılar." Her yıl bu ayda tüm birimlerdeki ajanlar bir değerlendirmeden geçerdi. Tamamen formaliteydi, genelde bir pürüz çıkmazdı. Ama sanırım bu sene çıkabilirdi.

Kendi günümü takvimime kaydettikten sonra Jules'a baktım. Hala ciddi bir şekilde telefonuna bakıyordu; bir eli telefonunu sıkıca tutarken diğeri de kupasını tutuyordu. Duruşunun az öncekine göre dikleştiğini, neredeyse savunmaya geçtiğini fark ettim.

Anında kaşlarım çatılırken ben de doğruldum. "Bir şey mi oldu?" Kelimelerim onu odağından çıkardı, fark ettiğim şeyleri anında anlamış gibi tutuşunu gevşetti, koltukta daha da yayılarak oturdu. Telefonunu kilitleyip yanına geri bıraktı.

"Hayır, sadece programa bakıyorum. Senle beni peş peşe günlere koymuşlar." Başımı salladım. Kupamdan bir yudum alırken uzatmamam gerektiğini düşündüm, çünkü bana anlatmamasını anlıyordum. Ama öğrenmem gerekiyordu ve zaten bunu nasıl yapacağımı da biliyordum. O yüzden bunu beynimin arkasına atıp az önce aklıma gelen şeyi söyledim.

"Sence Luke bu değerlendirmeyi atlatır mı?" Sorum onu uzun süre düşündürdü. Yılın son yarısında hepimiz çok şey atlatmıştık ama o her şeyi hepimizden ağır yaşayan bir insandı. Zekanın en kötü yan etkisiydi bu.

En sonunda bilmiyormuşçasına başını iki yana salladı. "Emin değilim. Bu formalite de olsa Ashton çok ciddiye alıyor ve değerlendirmeler sırasında aşırı ciddi ve acımasız oluyor. Eğer Luke kendini toparlamadan girerse Ashton onu ezebilir." Başımı salladım. Tam ona cevap vereceğim sırada telefonlarımız bu sefer çaldı. İç çekip içimden bize saygıları olmayan katillere söverek telefonumu açtım.

"Merhaba Ash."

"Merhaba Ann." Aynı anda açtığımızda gülmeden edemedim. Ben patronumu dinledim, o da Ann'i dinledi bir süre. Ashton konuşmasını bitirdiği an kucağımdaki Duke üzgünce bana baktı, sanki gitmemi istemiyordu. Alt dudağımı ısırıp bir süre aklıma gelen şeyi düşündüm.

the profile || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin