case thirteen: not a case but definitely a case

176 25 45
                                    

23 Aralık 2014

"Elimizden kaydı mı yani herif şimdi?" Michael, içinde tutamadığı öfkesiyle sorduğunda tek yapabildiğim şey yutkunmak oldu. Daha bir saat öncesine kadar canlı gördüğümüz adamı parmaklarımızın arasından kaçırmıştık ve şimdi de bu sıkıcı toplantı odasında oturmuş, nerede olabileceğine dair düşünceler içinde kıvranıyorduk.

Ann, elinde bilgisayarıyla odaya girdiğinde yeni bir ipucunun heyecanıyla ayağa kalktım. Ama içimdeki umut, onun hüzünle bakan gözleriyle birleştiğinde yerle bir oldu. Bu bakışları daha bu meslekte ikinci yılıma giriyor olmama rağmen çok fazla görüyordum.

Bilgisayarını hepimizin görebileceği şekilde masaya bıraktı, içimdeki ağırlıkla ekranı görebilmek için birkaç adım attım. Arkadaşım da gözlerini benden kaçırarak anlatmaya başladı. "Gregory'nin kişisel bilgisayarına girmeyi başardım. Yarım saat önce şehirdeki bir serginin internet sitesine bakmış." Aklıma Jillian'ın daha dün yeni açılan sergisi geldiğinde kalbim donmuş gibi hissettim. Arkadaşlarımın da bakışları serginin sahibini gördükten sonra bana yönelmişti. Tek yapabildiğim gözlerimi hepsinde gezdirdikten sonra, "Gitmemiz gerek." demek olmuştu.

Arabalarımıza nasıl bindiğimizi, kar hafifçe yağarken o yolu nasıl gittiğimizi hatırlamıyordum bile. Sadece, bunu nasıl düşünemediğimize kafayı takmıştım. Gregory Wagner, annesine benzeyen kadınları deşen bir aptalın tekiydi ve annesinin yeşil gözleriyle kahve saçlarına sahip bir kişi de benim sevgilimdi.

Onu korumayı unutmuştum.

Daha doğrusu, bunu düşünememiştim bile.

Her bir duvarında Jillian'ın günlerini harcadığı, teması 'Sen, Ben, Biz.' olan tablolar olan büyük galeriye adım attığımızda kalbim ağzımdaydı. Adımlarım titriyor, Ashton'ın arkasından yürürken bunu belli etmemeye çalışıyordum. Çok korkuyordum. O kadar korkuyordum ki başıma neyin geleceğini biliyordum.

Ve işte gerçekleşmişti. Bizim gelmemizi beklediği açıktı; beni gördüğü an aptal suratındaki gülümseme bu yüzdendi. Onu neredeyse yakalayacak olanın ben olduğumu biliyordu. Jillian'ı rasgele görmemişti internette, onu bulmuştu. Dizlerimin üstüne çöküşümü görmek istemişti. Hayatımda ilk defa sahip olduğum şeyi kaybettiğimdeki gözyaşlarımı akıtmak, Jillian'ın da silahın tetiği çekildikten sonraki titremesini hissetmek istemişti.

İstediğini de almıştı.

*

23 Aralık 2018

"Seni öldürmeliydik." Karanlık odaya ilk girdiğimde söylediğim şey buydu. Elleri masaya kelepçeli Gregory bu lafıma karşılık güldü. Eliyle karşısındaki sandalyeyi gösterdiğinde ona yüzümü buruşturarak baktım ama yine de karşısına çöktüm. Ayakta kalırsam birden yere düşmekten falan korkuyordum.

"Teslim olan birini öldürseydiniz bir daha kimse FBI'a güvenmezdi dostum." Tepemizdeki floresan yeşil gözlerini daha da aydınlatırken kullandığı 'dostum' lafına takılamadım bile. Gözleri Jillian'ınkilerin aynısıydı. Aynı tondu, göz bebeğine doğru hafifçe rengi açılıyordu. Tanrım. Buraya neden gelmiştim ki? "Seninle o gün görüşmek istememe rağmen bugün geleceğini biliyordum." Gözlerimi devirdim.

"İşlerim vardı Wagner, senin aksine her gün boş bir hücrede tavanı izleyerek günlerimi geçirmiyorum." Dediğim şey çok komikmiş gibi kahkaha attı.

Yüzünden silinmemiş gülümsemesiyle bana bakmaya başladı. Konuşmasını beklediğimi göstermek için kaşlarımı kaldırdım. Çok sabırsız olduğum doğruydu ama elimde değildi.

the profile || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin