cinco

623 64 175
                                    

Hayatımın en güzel günüydü, belki de en kötü günü, bilmiyordum. Tek bildiğim içimde aşk kırıntıları bırakan erkekle dertleştiğimdi. Yüzüne baktığımda gözlerimiz yeniden buluşmuştu.

''Peki ne yapacaksın Lalisa? Hayatına kimseyi almayıp yalnız başına ölecek misin? Hep güçlü durup yaralarını kendin sarmaya daha ne  kadar devam edeceksin ki?''Diye sorduğunda derin bir nefes almıştım. Batan güneşin ışıkları yüzümüze vururken parıldayan gözlerine baktım.

"Bazı insanlar kendi kendine iyileşmek zorundadır. Kimseye yardıma ihtiyaçları olduğunu anlatmazlar, belli etmezler. Ben de bu insanlardan sadece bir tanesiyim. "  

Yüzüme endişe ile bakarken dizindeki elini sıvazlayıp geri çektim parmaklarımı. "Benim için endişe etmene gerek yok Jeongguk. Ben bu hayata alıştım, dimdik durmaya, acılarımı içimde çözümlemeye alıştım ben. Eğer benim için gerçekten endişeleniyorsan yapma bunu. Nasıl olsa hiçbir şey değişmeyecek."deyip ayağa kalktığımda kaşları çatık bir biçimde beni izliyordu. Ağlamamak için gülümsüyordum.

Hava iyiden iyiye kararırken artık eve gitmek zorundaydım. Bu masaldan uyanmak zorundaydım, kendimi ona kaptırmazdım.Daha sevgisinden bile emin olamıyorken kendimi ona kaptırırsam ağır bir çöküntü yaşardım. Kimseye kendimi kaptırmam gerekiyordu, özellikle Jeongguk'a.

"Ben eve gidiyorum. Sen de evine git, pazertesi görüşürüz."deyip arkamı dönüp yürümeye başladığımda çok geçmeden arkamdan gelmeye başlamıştı. Benle eve gelirse Beomgyu yeniden hırçınlaşabilirdi. Yıllardır yanımdaki tek erkek olduğu için beni inanılmaz bir biçimde sahipleniyordu. Sevgili konusu açılsa bile huzuru kaçıyordu. Onu bırakacağım diye ödü kopuyordu. En körpe çağlarında bu korkuyla yaşaması canımı acıtıyordu.

Jeongguk bana yetiştiğinde elleri cebinde, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Bu inatçı tavrına anlam veremiyordum. Yola bakarken sokaklar aşıp ciddi ciddi evime gidiyorduk. Yüzüme dahi bakmazken kaşları hep çatıktı. Akşam güneşi beyaz tenine vururken onunla yan yana yürüdüğüme dahi inanamıyordum.

"Jeongguk yanımdan gider misin?"diye sorduğumda mimik dahi oynatmadan yürümeye devam etmişti. İnatla konuşmuyordu. Bir mahalleyi daha aşıp evlerin arasından geçip giderken şehrin dışına çıkmaya başlamıştık." Şehrin dışına çıktık. Burdan sonrasını geri dönmek zor olur, git artık." Dediğimde omuz silkti çocuk gibi. Ellerini cebinde, huysuz bir çocuk gibiydi.

"Umrumda değil, geliyorum." Derin bir nefes verip yürümeye devam ettim. Aşırı inatçıydı. Yaklaşık yirmi dakika daha yürüyüp sokak ışıklarının dahi olmadığı bölgeye gelmiştik. Hemen yanımızda yabani hayvanlar ve buradaki ev sahiplerinin tarlaları vardı. Yıldızlar yolumuzu bulmamıza yetmezken Jeongguk çantasını açıp içinden son model Iphone telefonunu çıkarmıştı. Benim ise sadece fenerim vardı.

Telefonunun fenerini açıp önümüze tuttuğunda çantamdan kocaman fenerimi çıkarmıştım. "Geri koy çantana onu, telefonum açık kalacak zaten."dediğinde başımı iki yana sallamıştım. "Sen telefonu kapat asıl. Şarjı biter."dediğimde gülmüştü. 

"Şarjı yüzde yüz. Fenerin pilini bitirme , bendensin bu sefer."dediğinde gülmüştüm. Fenerin ışığını söndürüp yeniden çantama attığımda Jeongguk'un telefonunun ışığıyla ilerliyorduk. Birkaç saniyelik sessizliği Jeongguk bozmuştu.

"Neden fenerle gidip geliyorsun, telefonun yok mu?" Diye sordu yüzüme bakarken. Kafamı yola çevirip başımı salladım.

"Yok." "Telefonsuz zor olmuyor mu? Nasıl sosyal medyayı takip etmiyorsun? Haberleri falan." Daha önce hiç telefonum olmamıştı. Alacak durumumuz da yoktu zaten. Alsak da Jeongguk'un dediği zırvalıklara ayıracak vaktim yoktu.

Nothing Breaks Like a Heart | LiskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin