Fırlatılan üçüncü meyveyi de yakaladığında zafer kazanmış bir edayla gülümsüyor, onu izleyen dikkatli kalabalığı şaşırtan rahatlığıyla tek eli ve ağzıyla kavradığı incirin içini kabuğuna dokunmadan sömürmeye çalışıyordu. 'Öteki elimi kullanabiliyor olsaydım daha çok yakalardım.' İki tahta parçasının arasına sıkışmış ve aşağılanmak için halkın gözleri önüne serilmişken, genç adamın aklından geçen bunlardı.
"Yediğin şeyi bile bir şekilde ziyan etmeyi başarıyorsun." Veliaht prensin; tonlarca ağırlığı kaldırabildiği, sadece bakışlarıyla tüm varlıklara işkence edebildiği yönündeki birçok efsane ile kuşatılmış, en sadık yaveri sıkkınca başında dikilirken söyleniyordu.
"Peh!" Yeni yenmiş meyvelerden dolayı ıslanan dudaklar umursamazca ama büyük bir alayla kıvrılmıştı. "Her şeyi ziyan eden sizsiniz. Kaç ailenin rızkı üzerime yağıyor haberin var mı?"
Beyazlara bürünmüş yaver, ayaklarının önüne düşen domates parçasını ittirirken onu haklı bulmuş olsa da yorum yapmamayı tercih etti. "Kendi rızkını çıkar, bakıyorum da sadece bu haldeyken yemek yiyebiliyorsun." Zayıf bedeni birkaç kere süzdü ve ondan cevap alamayacağını fark edince sağ tarafına dönerek konuşmaya devam etti. "15 dakika sonra onu çözüp, Fuguo Tapınağı'na yakın bir yere atın. "
Görevli askerlerin emirlerini anladığına emin olduktan sonra gitmesi gereken yönün, sarayın, aksi yönünde ilerleyerek el yapımı eşyalar satan yaşlı bir sokak satıcısından orta boyda bir sepet satın aldı. Kalabalıktan yavaşça uzaklaşıyorken, koluna taktığı sepetin ağırlığı üzerine eklenen çeşitli gıdalarla artmaya başlamıştı bile. Birkaç saat önce kurulmuş olan pazarın sonuna geldiğinde ise adımlarını hızlandırdı.
Kondisyonlu bir saray muhafızının koşarak en iyi ihtimalle on beş dakikada kat edebileceği yolu, tek bir damla ter akıtmadan kat ettiğinde henüz üç dakika olmamıştı. Tapınağın üzerine işlenmiş anka kuşu figürlerine şöyle bir göz gezdirmesinin ardından yönünü sık ağaçlarla çevrelenmiş, fark edilmesi mümkün olmayan ufak kulübeye doğru çevirdi.
Elindeki ağzına kadar dolu sepeti yumuşak bir şekilde kulübenin kapısına iliştirdi. O kadar sessizdi ki, onu tüm dikkatiyle izleyen biri bile burada olduğundan emin olmakta zorlanırdı.
Genç ve güçlü beden, yaklaşan adım seslerini hissettiğinde sanki hiç var olmamış gibi kayıplara karışmıştı. Aradan geçen beş dakikanın ardından, sarayda veliahtın evrak işlerini düzenliyordu.
"Şu çocuğu yine cezalandırdığını duydum." Veliaht prensin sakin sesi odayı doldurdu. Odadaki küçük ama ihtişamlı çeşmedeki durgun su, onun eşsiz güzelliği ile aydınlanıyordu. Pürüzsüz yüzündeki tek renk, alnına yerleştirilmiş ince mavi bir şeritti.
Yaverine doğru birkaç adım daha attı ve çalışma masasındaki bitmek üzere olan tütsülerden birinin sapıyla oynamaya başladı. "Birini gerçekten cezalandırmak istiyorsan, daha farklı yöntemler denemelisin." Karşısındakinden cevap gelmemişti. Düşünceli gözlerle tütsü sapında oyalanan eli izliyordu.
"Sınavın ön elemelerine girmeye çalışıyormuş, bu çabasını takdir ediyorum." Veliaht sakince iç çekti. "İstiyorsan, babamı en azından ön elemeye girebilmesi için ikna edebilirim."
Uzun ve heybetli beden, sessizliğini bozmaya karar vermiş gibi gözüküyordu. "Abi!"
"Onun hünerlerini görmek istediğini biliyorum Wangji. Beni kandıramazsın." Gözlerine ulaşan gülümsemesiyle kardeşinin çatılı kaşlarının arasına hafif bir fiske attı.
***
Oldukça kemikli olmasına rağmen göz alıcı duran bir çift el, siyah cübbeyi sabunlu su dolu olan leğene batırıp çıkartıyor ve bu hareketiyle kıyafetinin tamamen temiz olduğuna inanıyordu. "Gizli aşığın bugün sana hediye bırakmamış sanırım anne!" Yüzünde munzur bir gülümseme ile tek odalı bu rutubet kokulu yerde, uzaklara dalıp ne düşündüğünü merak ettiği kadına döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dark Night of The Soul
Fantasía"Eğer sen karanlıksan, güneş yalnızca bir mum kadar ışık saçabilir." Ses huzur vericiydi. "Eğer sen siyahsan genç adam, Tanrı ancak gri olabilir." *** Not: Dark Night of The Soul Aziz John'un tarafından yazılmış bir şiirdir. St. john'un içinde bulun...