Wei Wuxian oda arkadaşları Jin Guangyao ve Jiang Cheng tarafından beraber kalacakları yere sürüklendiğinde saat dokuza geliyordu. Acıktığı için dudaklarını büzüp sönmek üzere olan mumu izliyorken ise on olmak üzereydi.
Hiçbir zaman kahvaltı eden bir birey olmamıştı fakat arada atıştırmak için fırsatı oluyor ve en azından akşam yemeklerini sağlam yemeye çalışıyordu. Birkaç saat önce yediği pirinç lapası ise gün içerisinde aldığı tek besindi.
Jiang Cheng, yer yatağının yanına koymuş olduğu su matarasını Wuxian'a fırlattı. "Biraz su iç, guruldamaların rahatsız ediyor."
Wei Wuxian sarkmış dudaklarıyla, masumca kafasını salladı ve mataradaki suyu tek dikişte içiverdi. Jiang Cheng tatmin olmuş gözükmüyordu. Karşısındakinin uslu bir çocuk edasıyla onu onaylamasını beklemiyor gibiydi. "Birazdan herkes mumlarını söndürecek."
"Hm." Wuxian hızla başını sallayarak onayladı.
"Tüm ışıklar söndüğünde, ambara giren iki öğrenciyi kim fark edebilir?" Jiang Cheng felsefi bir konu üzerinde konuşuyormuşçasına ciddi ve düşünceli ifadesi ile elini çenesine yaslamış, gözlerindeki parıltılarla Wei Wuxian'ın yanıtını bekliyordu.
"Sen de benimle aynı şeyi mi düşünüyorsun?"
"Neyi?"
"Ruh eşi olduğumuzu!" Wuxian uzun saçlarını savurdu ve iki yana açtığı kollarıyla mor cübbeli olan gence doğru eğildi. Çocuksu sevinci başka bir el tarafından kesintiye uğramış, hafifçe geri itilmişti.
"Ben ruh eşimi bulana kadar, etrafımda flört eden herkesi ayıracağım." Jin Guangyao gözlerini kısarak ikiliyi izlemiş ardından devam etmişti. "Bir de gözcüye ihtiyacınız olacak."
***
Planları kusursuzdu. Ancak uygulamada ufak tefek pürüzler çıkmış olabilirdi pek tabii.
Jin Guangyao onlara gözcülük edecek, tehlikelerden haberdar olmalarını sağlayacaktı. Fazla dikkat çekmemesi adına baykuş sesi çıkarması konusunda anlaşmışlardı.
Ambarın kapısı kilitliydi ama ürünlerin havalandırılabilmesi için bir tavan penceresi bulunuyordu. Jiang Cheng, Wei Wuxian'ı alttan destekleyecek ve pencereye ulaşmasını sağlayacaktı. İçeride ise geri tırmanabileceği bir şeyler olacağını umuyorlardı.
Wuxian pencereye ulaştığında her şey yolunda gözüküyordu. Jiang Cheng beklediğinden çok daha hafif olan adamın biraz daha desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüp gücü konusunda oldukça bonkör davranana dek bir pürüz çıkmamıştı.
Beklemediği bir kuvvetle itildiğinde genç adam kendisini ambarın döşemesine çakılmış olarak buldu. Kol bileğinde hissettiği keskin sızı ile inlemiş, zifiri karanlık yüzünden içinin ürpermesine engel olamamıştı. Hafifçe doğrulup etrafı yoklamak istediğinde ise az önce kırmış olduğu kasaları hissetmesiyle hayal kırıklığına uğramıştı. 'Eğer bugün yakalanmazsak, üç gün sofular gibi besleneceğim.'
"Özür dilerim, fazla hızlı ittim sanırım." Jiang Cheng'in mırıldanmalarını duymuş, karşılık olarak önemli olmadığını fısıldamıştı. 'Fazla itmek mi! Atmosferi delip geçmemi istiyorsun sanıyordum.' Söylenmeyi ihmal etmemişti.
Sessiz geceyi delen baykuş sesini duyduğunda küfür etmesine engel olamadı. "Git, bir şekilde arkandan geleceğim." Jiang Cheng'i de ateşe atmak istemiyordu, onun işe yaramaz midesi yüzünden buradalardı sonuçta.
Yanıt gelmeyince diğerinin gittiğini düşündü ve geri tırmanabilmek için etrafı yoklamaya devam etmeye karar verdi. 'Bu kasaların üzerine çıksam kırılırlar mı acaba?' Derin düşünceleri ambar kapısının ardına dek açılması ile son buldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dark Night of The Soul
Fantasía"Eğer sen karanlıksan, güneş yalnızca bir mum kadar ışık saçabilir." Ses huzur vericiydi. "Eğer sen siyahsan genç adam, Tanrı ancak gri olabilir." *** Not: Dark Night of The Soul Aziz John'un tarafından yazılmış bir şiirdir. St. john'un içinde bulun...