Bir

10 2 2
                                    

   Tarık, İstanbul

   Bugün, sert bir kış mevsiminden sonra gelen ilkbaharın en güzel akşamlarından biriydi. Bu akşam üstüne kalın giysiler giyerek sokağa çıkan insanları pişman eden bir hava vardı. Mutlu olmak için en güzel bahanelerin üretilebileceği bir akşamdı. Ben ise bu güzel akşamda mekanın en köşesinde duran ve tek bir açıdan neredeyse mekanın tamamını görebilen bir masada oturmuş etrafı izliyorum. Genellikle aynı masada oturup etrafı izlerim. Müşterilerin hal ve hareketlerini, çalışanlarımın müşterilere karşı olan davranışlarını tüm dikkatimi vererek takip etmeye çalışırım. Yaptığım bu gözlemler sonucunda da eksik gördüğüm her şeyin tamamlanması için çalışmalar başlatırım.

   Hava yaklaşık yirmi dakika önce kararmıştı ve müşteriler mekana yeni yeni girmeye başlıyordu. Yüksek tavandan duvarları boyayarak yere dökülen ışıklar görüş mesafemi oldukça daha net kılıyordu. O sırada mekanımızın ilgi odağı olan kedimiz Müjgan ise, tuvaletlere giden koridorun başındaki masada pinekliyordu. Yanından geçen garsonların bazıları Müjgan'ı masadan kaldırmak için elini tersi ile itiyordu, bazıları ise sırtını sıvazlayarak mayıştırıyordu. Kafamı dış kapının olduğu tarafa çevirdiğimde ise sarmaş dolaş çiftlerin ve arkadaş gruplarının bu geceyi güzel geçirmek umudu ile mekana girişlerini görüyordum. Mekana yeni giriş yapan kalabalık bir gruba gözlerimi dikmişken bir ses duydum ve kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken yere düşüp kırılan bira bardağını gördüm. Düşüren kişi bu durumun farkında bile olmadan müzik eşliğinde dans etmeye devam ediyordu. Etrafıma baktığımda ise o bardağın yere düşüp parçalara ayrıldığını gören tek kişinin ben olduğunu anladım.

   Yaklaşık beş dakika geçmesine rağmen o kırık bardak parçalarını benden başka kimsenin görmeyişi canımı sıkmaya başlamıştı. Ne garsonlar ne müşteriler ne de Engin bu durumun farkına varamamışlardı. Üzerine gelen ayaklar sayesinde etrafa haddinden fazla dağılan bardak parçalarına artık tahammülüm kalmadı. Eminim ki bardak ta "Yeter artık, toplayın kırıntılarımı!" diye öfke ile bağırıyordur. Daha fazla dayanamayıp Engin'e seslenmek için gözlerimle etrafı süzdüm. Garsonların çoğu müşterilerle ilgilenmek yerine mekanı düzenlemek ile meşgullerdi. Sanırım bu sebepten dolayı yerdeki kırık bardağı fark edemiyorlardı. Göz ucu ile masada duran telefonumun ekranını açıp saate baktım. Saat sekize doğru geliyordu. Birazdan sahneye bir grup çıkıp şarkı söyleyeceği için, son hazırlıklar yapılıyordu. Garsonlardan bazıları raflardaki kitapları toparlayıp, ortadaki masaları kaldırılıyorlardı. Aynı zamanda da sahne hazırlıyordu. Masanın üzerinde duran telefon ve sigaramı elime aldıktan sonra dışarı çıkıp sigara içmek için ayağa kalktım. O sırada Engin'in barmen kıza bir şeyler anlatmaya çalıştığını gördüm. Şu an o konuşmanın arasına girmek istemedim ve dış kapıya doğru yöneldim. Kapının önündeki sigara içme alanına gittim ve paketten bir dal sigara çıkarttım. Bir süre ceplerimde çakmak aradıktan sonra Badigard Aykut yanıma doğru geldi ve çakmağını çıkarıp sigaramı yaktı. Derin bir nefes ile ilk dumanı içime çektikten sonra Aykut'un omuzuna üst üste iki sefer ufak bir dokunuş yaparak teşekkür ettim.

"Naber, Aykut?"

"İyidir Tarık Bey, sizden naber? Nasılsınız?"

"İyidir, bir hava alayım dedim. Sıkıntı var mı?"

"Yok, Tarık Bey. Her şey yolunda." dedi ve tekrar giriş kapısının önüne gitti.

   Burada çalışan çoğu kişi ile sık sık sohbet etmeye çalışırım. Buradaki kişilere karşı niyetim, her zaman bir patrondan daha fazlası olduğumu göstermektir. Bu sebepten dolayı, kazandığım saygı çerçevesi içinde yüzlerce insanla tanışıp samimiyet kurdum. Ama tüm çalışanlarımın aksine Engin ile çok farklı dostluğumuz var. Engin ve ben beş yıl önce tanışmıştık. O zamanlar babamın yayın evinde grafiker olarak çalışıyordu. Bende o sıralar yayın evinde editörlük yapıyordum. Engin ile orada iyi bir arkadaşlık kurmuştuk. İlk başlarda benden biraz çekinirdi, sonuçta patron oğluydum. Hatta aramızda bir yaş fark olmasına rağmen bana sürekli abi derdi ve halen daha abi demeye devam ediyor. Birkaç sefer bu durumdan rahatsız olduğumu belirtsem de saygısızlık olduğu düşüncesine kapıldığı için asla bana ismimle telaffuz etmedi.

   Böyle bir mekan açmak benim uzun zamandır aklımdaydı. Zamanında bu fikri Engin ile paylaşmıştım ve sürekli bana gereken desteği ve inancı vermeye hazırdı. Aynı zamanda babam da destekçilerimin arasındaydı ama annem böyle bir iş yapmama baştan beri karşı çıkıyordu. Anneme göre; ben onların biricik oğluydum ve kurulu düzende çalışmayı hak ediyordum. Babama göre ise; ben onların oğluydum ve ne şekilde olursa olsun kendi ayaklarımın üzerinde durabilmeliydim.

   Çok zaman geçmeden işleri düzene soktum ve bir yıl önce "Boynuz Bar" adı altında bu mekanı açtım. Burası, zamanla insanların sıcak hissettiği eğlenceli bir yer haline geldi. Bulunduğu semtte onlarca mekan olmasına rağmen kısa bir süre içerisinde büyük bir ilgi topladı. Bana kalırsa bunun tek sebebi var, o da farklı bir konseptte olmasıdır. Tek bir duvarın tamamı boydan boya kitap rafı ile kaplı ve raflarda yüzlerce kitap bulunuyor. Gündüz saatlerinde gelen müşteriler dilediği kitabı seçip okuyabiliyor ve eğer o gün içinde bitiremiyorsa ismi ile birlikte kitabı görevliye teslim ettikten sonra istediği zaman tekrar gelip yarım kaldığı kitaba devam edebiliyor. Hava karardığında ise burayı tam anlamı ile eğlence mekanına dönüştürüyoruz. Müzik gurupları sahneye çıkıyor ve müşteriler eşliğinde şarkı söyleyip ufak bir konser düzenletiyoruz.

   Böyle bir mekan açtıktan sonrada sürekli başında duramayacağımı biliyordum ve Engin ile konuşup buranın başında durmasına ikna ettim. Daha sonra da babam ile konuşup Engin'i yayın evinden alıp buraya gelmesini sağladım. Zaten böyle bir durumda Engin'den başka güvenecek kimsem yoktu. Bu sayede bende hem yayın evi ile ilgilenebiliyorum hem de kitap yazıyordum. Vakit buldukça da burada zaman geçiriyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse burada zaman geçirmek için kendime fazlası ile vakit ayırmaya çalışıyordum.

   Yayınlanmış iki kitabım ile belli bir okuyucu kitlesine ulaşmış olmama rağmen yazarlığı hiçbir zaman meslek olarak düşünmedim. Bu sebepten dolayı da bu işten hiçbir maddi kazanç beklentim olmadı. Önümüzdeki zaman dilimlerinde de aynı şartlar ve koşullar ile sürekli üretmeye devam edip yeni bir şeyler çıkartmak istiyorum. Bu sayede okurlarımın bana karşı olan beklentilerini karşılıksız bırakmış olmayacağım.

   Sigaramı içtikten sonra Aykut'a "Kolay gelsin." dedim ve içeri girdim. Bardak parçaları halen daha yerde duruyordu. O sırada da Engin'in bana baktığını gördüm ve elimi kaldırarak yanıma gelmesini işaret ettim. Hemen yanıma doğru gelip "Efendim, abi." dedi ve eli ile sakallarını ovuşturmaya başladı. Gözlerim ile yerdeki kırık bardak parçalarına bakarak. "Şu bardak parçaları on dakikadır yerde duruyor." dedim ve gelecek cevaba odaklandım. Elini sakallarında gezdirmeye devam ederek mahcup olmuş bir surat ifadesi ile içinden "Siktir." çeker gibi bir mimiğe büründü ve en yakınındaki garsona seslenip yerdeki bardak parçalarını toplamasını söyledi. Daha sonra bana dönüp "Halleder abi şimdi çocuklar, kusura bakma." dedi.

   Ben kusura bakmam da acaba bardağın gönlü nasıl alınacak? Bir süpürge ile faraşa gaddarca sürüklendikten sonra hiçbir şey yokmuş gibi çöp kovasına savrulacak ve bu durum onu mutlu mu edecek?

   Ben bunları düşünürken Engin gözlerimin içine bakıyordu. "Bugün kim çıkıyor sahneye?" dedim, "Serkanların grubu." dedi ve tekrardan sakallarını ovuşturmaya başlayarak gözleri ile etrafı süzdü. Daha sonra saatine bakıp "Beş dakika içinde başlarlar zaten abi." dedi. O sırada yanımıza bir kız geldi ve Engin'e selam verdi. Engin ise gülümseyerek iki üç cümle ile ufak bir sohbet edip kızı uğurladı. Benden de müsaade isteyip yanımdan ayrıldı.

   Tekrar masaya oturup etrafı izlemeye başladım. Müjgan yerini değiştirmemişti, mekanın yarısından fazlası dolmuştu, mekân sahne için hazır durumdaydı ve yerdeki bardak parçaları toparlanmıştı. Her şeyin yolunda gittiğini belirten bir şekilde derin bir nefes aldım ve gülümsedim.

   Kısa bir süre sonra grup sahneye çıktı ve çalmaya başladı. Etrafa göz gezdirirken barın en ucunda takım elbiseli bir adam dikkatimi çekti. Saçına ve sakalına aklar düşmüş, kravatı gevşetilmiş, gömleği üstten iki düğme açılmış, ceketi rastgele bir şekilde masanın üzerine savrulmuştu. Önünde birası ve üzerinde bir tane yanar vaziyette mum olan ufak bir pasta vardı. Adam gözlerini pastadan ayırmıyordu. Yerimden kalktım ve adamın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Biraz yaklaştıkça adamın gözlerindeki yaşları ve acıyı fark ettim. Birasını yudumlarken bile gözlerini bir saniye bile o pastadan ayırmak istemiyor gibiydi. Adamı bir süre izledim ve birasının son yudumunu içer içmez bar tarafına geçip adamın karşısında dikildim.

   

Nasıl Bir Acısın Sen?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin