Beş

2 2 0
                                    

Tarık, İstanbul

   Kanlıca sahiline geldiğimde koşmayı bırakıp yavaş tempoda yürümeye başladım. Yaklaşık kırk dakikadır sahil boyu koşmuştum. Hemen hemen her gün gördüğüm manzara ise yine aynıydı. Sıraya dizilmiş, yaş ortalamaları kırk ila kırk beş olan amcalar denizden balık çekme yarışındaydı. Bu amcalar Allah'ın her günü nöbetleşerek bu işi yapıyorlardı. Gördüğüm yüzler ise sürekli aynıydı. Hafta sonu ekibe yeni katılanlar oluyor, hafta içi haliyle daha az kişi oluyorlardı. Muhtemelen içlerinde emekli ya da işsiz olanlar her gün, işi olanlar ise sadece hafta sonu geliyordu. Balık tutma içi pek rastgele gitmeyince de (bunu sürekli gördüğüm boş kovalardan sebep düşünüyorum) hırs yapıp daha sık geliyorlardı. Hatta gece yarılarına kadar eve gitmeyenler bile oluyordu. Hem de seninki kaç santim hesabı yapmadan, her boyuttaki balığı nimetten sayıp kovalarına atıyorlardı. Bu konuda bana göre ölçülmesi gereken balığın boyu olmamalıdır, ölçülmesi gereken tek şey insanın vicdanı olmalıdır.

   Sahilden beş dakika yürüme mesafesi olan evime geldim ve içeri girdiğimde mutfağa doğru ilerledim. Dolaptan buz gibi suyu alıp kafama diktim ve o sırada annemin sesini duydum. "Ah be oğlum terli terli içme şunu." diyerek tatlı sert sabah fırçasını attı. Su şişesini masaya koydum ve "Sana da günaydın anne." dedim ve havlumu omzuna atarak koşar adımlarla merdivenlere yöneldim. "Sen bugün niye koştun, toplantıya yetişemeyeceksin." diyerek arkamdan seslendi.

"Ne toplantısı?"

"Şirkette toplantı varmış baban da on dakika önce çıktı."

"Unuttum anne ben onu ya. Dur bakayım kaçtaymış ararım şimdi babamı."

   Duşa girmeden önce odama gidip babamı aradım ve toplantının saatini öğrendim. Yaklaşık bir saat süremin olduğunu öğrenince hemen duşa girdim. Duştan çıktıktan sonra da takım elbiselerimi giyip mutfağa indim. Annem kahvaltı masasını hazırlıyordu. Ben de masanın başına geçip ayak üstü bir şeyler atıştırmaya başladım.

"Elif abla neden gelmedi, anne?"

"Deniz'in toplantısı varmış. Öğlen gelecek. Oturup doğru dürüst bir şeyler yesene oğlum."

"Vaktim yok çıkıyorum şimdi, geç kaldım." der demez koşar adımlarla evden çıktım ve arabaya binip evimize yaklaşık yirmi dakikalık mesafede olan yayınevimize doğru yola koyuldum.

   Zamanında dedemin Kuzguncuk'ta bir kitap dükkanı varmış. Babam da o zamanlar hem okula gidip hem de dükkanda çalışıyormuş. Babamın anlattığına göre dedem okumadığı hiçbir kitabı rafa koymazmış. Önce okur ve daha sonra o kitap rafa konulmayı hak ediyorsa konulurmuş. Dedem bu sayede hayatı boyunca dükkana girmiş olan binlerce kitabı okumuş. Yıllar geçtikçe bu kitap dükkanı daha çok kitlere hitap etmiş ve gitgide büyümüş. Babam yirmi bir yaşına geldiğinde ise dedem ve dört ay sonrada anneannem ölmüş. Dedemden miras kalan bu dükkanı tek başına en iyi yerlere getirmek için çaba sarf eden babam 1985 yılında "Alaska Yayınları" adı altında bir yayın evi kurmuş. Bu yayın evi kurulduktan bir sene sonrada annem ile evlenmiş. O yıllardan bu yıllara kadar güzel işler yapan yayın evimiz şu an hali hazırda çok okunan yazarların kitaplarını basmanın yanı sıra yeni yazarların hayallerini gerçekleştirmek içinde çok çaba sarf ediyor. Benimde bu yayın evi üzerinde az da olsa emeğim bulunuyor.

   Yayın evine geldim ve arabayı otoparka çekip içeri girdim. Masada oturan sekreter ile göz göze gelip gülümsedik.

"Günaydın Seda. Başladı mı toplantı?"

"Günaydın Tarık Bey. İçeri geçtiler başlamak üzeredir."

   Ajandamı almak için odama doğru ilerledim ve kapının kilitli olduğunu fark ettim. Anahtarı istemek için Seda'nın yanına gidecekken koşar adımlarla anahtarı getirdi ve kapıyı açtı. Masamın üzerinden ajandamı alıp toplandı odasına geçtim. Öncelikle misafirlerle selamlaştım ve daha sonra babam ve asistanı Zuhal'in ortasındaki boş sandalyeye oturdum ve toplantı başladı.

Nasıl Bir Acısın Sen?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin