cp'1 "bir sabah"
•
Uyandım.
Şokla açılmış gözlerim ve adrenalinle çarpan kalbim güvende olduğumu anlayınca sakinleşmeye başlamış, puslu bakan gözlerim karşısında gördüğü cisimleri algılamaya başlayınca kaşlarım yavaşça çatılmıştı.
Burası benim odam değildi.
Burası daha önce gördüğüm herhangi bir odaya da benzemiyordu. Duvara asılmış Amerikalı sanatçıların posterleri, hemen yatağın yanındaki geniş pencere, küçük sayılabilecek koyu ahşap renginde çalışma masası..
Burası.. neresiydi? Ve ben neden buradaydım?
En son Yoongi hyungun bana attığı mesajı ve arabamda olduğumu hatırlıyordum. Sonrası yoktu. Neden burada gözümü açtığımı, böyle bir odada olduğumu anlayamıyordum.
"Jeon Jeongguk!" Adım, annemin sesi tarafından söylendiğinde şaşkınlıkla gözlerimi kırptım. Annem? Annemi beş aydan uzun bir zamandır görmemiştim. Görüntülü aramalar haricinde onunla görüşme fırsatım hiç olmamıştı. Evimizi mi değiştirmişlerdi? Burası bizim evimiz değildi. Peki ya bu oda? Bu oda kimin odasıydı?
"Jeon Jeongguk! Beni duymazdan mı geliyorsun?"
Kapım aralanmış, annem tamamen annem olmayan bir şekilde karşımda belirmişti. Kalem eteği içerisine soktuğu beyaz gömleği ve sıkıca topladığı saçlarıyla kapı girişinden bana bakarken olduğum yerden ayaklanıp onu kollarımın arasına aldım.
Annem.. annem gibi kokuyordu fakat parfümünün kokusunu da değiştirmişti. Gerçi benim annem hiç parfüm kullanan kadınlardan birisi olmamıştı. Kalem etek giyen kadınlardan birisi de değildi.
"Neden sevgiyle kuşatıldım şu anda?" dedi gülerek. "Dün gece edilen kavgada haklı olduğum sonucuna mı vardın yoksa?"
"Dün gece?" Duraksadım. "Ne?"
Kollarımın arasına aldığım beden hafifçe geri çekilip yüzüme baktı. "Dün gece çok geç geldin eve. Hafta içleri bu kadar saat dışarıda olmandan hoşlanmıyorum. Sana binlerce defa söyledim. Ayrıca okuluna da geç kalıyorsun. Sabah dersin olduğunu söylemiştin."
"Bekle, ne? Neyden bahsettiğini anlamıyorum. Anne, benim bir işim var zaten. Biliyorsun. İdol olduğumu."
Annem, gür bir kahkaha ile geriye çekilip "İdol mü? Evet çevren tarafından idol alınacak bir çocuksun. Eh, seni ben yetiştirdim sonuçta." dediğinde kafam gittikçe daha çok karışıyordu.
"Anlamıyorum." dedim şaşkınlıkla. "Yoongi hyung ve diğerlerine haber vermem gerek zaten, eminim çok merak etmişlerdir. Bu şekilde yanlarından ayrılmamam gerekirdi. Aptallığım tuttu işte."
"Yoongi mi? O kim? Yeni arkadaşlarından birisi falan mı?" İlgiyle kaşlarını kaldırdığında telefonu çaldı ve işaret parmağını kaldırıp "Buna bakmam gerek." dedi. "Lütfen üstünü değiştir ve geç olmadan okuluna git. Akşam evde görüşürüz."
Arkasını dönüp topuklularıyla merdivenlerden aşağı inerken kapı önünde ne yapacağımı bilemez bir şekilde dikilmeye devam ettim. Ne okuluydu bu? Ayrıca annem dalga mı geçiyordu benimle?
Kaza yaptığıma da neredeyse emindim. Buraya nasıl geldiğimi hiç hatırlamıyordum. Üstümü değiştirdiğim kısımları bile, tek bir şeyi hatırlamıyordum.
Hatırladığım tek şey Min Yoongi'nin bana attığı son mesajdı ve gerisi yoktu.
Alkol de almamıştım. Hatırlamamam için geçerli bir neden yoktu. Komada falan olabilir miydim? İşte şimdi saçmalamaya başlamıştım iyice. Komada olsam komada olduğumu anlayamazdım ki. Anlasam da hemen uyanmam gerekirdi.
Sol avuç içimle kendimi tokatladım. Hemen ardından da kolumu cimcikledim. Hayır, hayır kesinlikle komada falan değildim. Gayet de kendimdeydim işte. Her şeyi hissediyordum.
Neler dönüyordu burada?
Ne okulundan bahsediyordu annem, bu ev neyin nesiydi, o değişik hali ne anlama geliyordu? Şaka yapıyor ya da ona benzer bir şey oluyor olabilir miydi?
Yatağın karşısında kalan ahşap gardıroba yöneldim. Odanın içerisinde garip bir hava vardı. Asla benim zevkime uymayan eşyalar ve değişik bir tarz. Jean ve tişörtlerle doluydu ve eşyaların hiçbiri bana aitmiş gibi görünmüyordu. Ailemin evine taşıdığım marka kıyafetlerimin hiçbiri ortalıkta yoktu. Bunlar ortalama sınıf eşyalara benziyordu.
Sakin olmalıydım. Sonuçta annem buradaydı değil mi? Bir şekilde mantıklı bir açıklaması olacaktı hepsinin. Delirmeme ya da böyle hissetmeme gerek yoktu. Şaka yapıyor da olabilirlerdi. Onlara son iki haftadır eziyet ediyordum ne de olsa.
Bana bir ders vermeye çalışıyor olabilirlerdi.
Aynaya kaydı gözüm. Kaşlarım çatıldı tekrar. Dövmelerim? Dövmelerim yoktu! Tanrım, nasıl mümkün olabilirdi böyle bir şey? Dövmelerim yoktu ve aksine yenileri vardı. Farklıları vardı.
Tamam, şimdi gerçekten delirdiğimi düşünmeye başlamamın tam zamanıydı. Sağ dirseğimin üzerindeki şirin kaset çalar dövmesi, el üstümdeki sol anahtarı, sol kolumun içinde yazan your time JK yazısı. Neler oluyordu?
Neler oluyordu? Neler oluyordu?
Yerimde döndüm. Anlamıyordum. Çıldırıyordum. Haplanmıştım belki de! Kesinlikle haplanmış olmalıydım. Uyuşturucu verilmişti bana. Normal değildi bunların hiçbirisi. Gördüğüm her şey hayal ürünüm olmalıydı.
Telefonumu aradım etrafta. Telefonum da yoktu ki ortalıkta. Ne yapacaktım? Şirket. Evet. Şirkete gitmeliydim acilen. Neler olup bittiğini öğrenmem gerekiyordu.
Gardıroba yöneldim tekrar. Aceleyle seçtiğim kot ve tişörtü giyinip etrafta maske ve şapka aradım fakat yoktu. Hayranlarım yolda rahat bırakmazdı ki. Ya da kameralara yakalanmadan nasıl yol alacaktım?
Derin bir nefes bıraktım dışarı. Sağlıklı düşünmem gerekiyordu. Bir yandan da acele etmek istiyordum.
Cüzdan ya da telefon da ortalıkta görünmüyordu. Eşyalarım neredeydi? Nasıl gidecektim? Sürekli beynimin içerisinde aynı cümleler kendini tekrar ediyordu.
Ne yapacaktım? Ne yapacaktım?
Yürüyebilirdim, değil mi? Uzak mıydı? Neredeydim? Neden hava bu kadar sıcak görünüyordu? Kış mevsiminde olmalıydık!
Nefes aldım. Nefes verdim. Sakinleşmeye çalıştıkça daha çok panik haline bürünüyordum. İyi değildi. Kesinlikle gittiğim yol iyi değildi.
Ne yapacaktım?
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your time
Fanfictionjeon jungkook kendi zamanını bulmak isteyen ünlü bir grubun en küçük üyesiydi. s | 20' •time series