cp'4 "bighit binası"
•
İnanamıyordum az önce olan şeye!
Bu oyun gittikçe daha çok canımı sıkmaya başlamıştı. Sadece iki hafta mızırdanmış ve biraz izin istemiştim. Şimdi ise hissedar olduğum binaya girişim engellenmişti. Uyandığımdan beri düşündüğüm tek şey bunların saçmalıktan ibaret oluşuydu. Zor zamanlar yaşattığımı kabul etsem bile bu kadarı çok fazlaydı! Öfkelenmeden kendimi alamıyordum.
Mingyu ve Eunwoo başımda 'biz sana söylemiştik' bakışlarıyla bakarken sinirden köpürmeye başlayacaktım. "Bu ne biçim bir oyun ya!" dedim milyonuncu defa. "Komik mi bu yaptığınız sizin?" Dönüp şirkete bağırmıştım bu defa da.
"Sakin olur musun artık? Oyun deyip duruyorsun sabahtan beri ama korkmaya başladım ben Jeongguk. Daha sakin bir kafayla konuşsak iyi olacak gibi." Eunwoo beni yatıştırmaya çalışıyordu fakat ben asla yatışacakmış gibi hissetmiyordum. Asla hem de! Mingyu "Eve gidip konuşalım, Wowo haklı." dedi. "Bak ne yaşadığını anlamıyorum fakat konuşarak bir çözüm yolu bulabiliriz."
Ne yapmıştım ki ben onlara? Beni nasıl bir anda silebilirlerdi hayatlarından? Nasıl sanki var olmamışım gibi davranabilirdi herkes?
"Jeongguk size mi geçsek? Hadi gel. Ağlama lütfen. Konuşalım. Tavşanım? Ağlama ama ben de ağlarım çünkü. Ve ben ağlarsam da hiç susmam tamam mı? Bak hiç susmam diyorum sana."
Mingyu kollarını bana sararken gördüğüm tanıdık bedenle bir anda kollarından çıkıp "Namjoon hyung!" diye bağırıvermiştim.
Namjoon hyung her zamanki gibi görünüyordu. Keten pantolonu, kolsuz tişörtü, taktığı şapkası. Benim hyungum gibiydi tamamen. Mutluluktan ölecektim şimdi.
Koşup sarıldım bir anda boynuna. "Hyung çok özür dilerim." dedim. Bir yandan ağlamamı durduramıyordum ama mutlu olmuştum işte onu gördüğüm için. Sinirlerim boşalmıştı iyice. "Bir daha yapmayacağım söz veriyorum. Lütfen söyle dursunlar artık. Cidden dersimi aldım ben. Gerçekten aldım."
Arkaya doğru çekiştirildim. İri yarı adam beni Namjoon hyungdan ayırırken "Ne yapıyorsunuz?" dedim kolumu kendime doğru çekerken. Namjoon hyung ise adamlara beni bırakmalarını söylemiş, iyi olup olmadığımı sormuştu. "Hyung herkese söyle oyunu durdursunlar. Bir daha yapmayacağım gerçekten. Sizi üzmeyeceğim, kendimi de."
"Ne oyunu? Lütfen ağlama. Odamda konuşmak ister misin? Biraz sakinleşmiş olursun hem."
Kafamı salladım sadece.
Dakikalar sonra Mingyu ve Eunwoo beni dışarıda oturaklarda bekliyorlardı. Namjoon hyung onlarla ilgilenmeleri için birisine emir vermişti. Ayrıca burada bir ofisi vardı ve bu oldukça havalı(?) görünüyordu. Yeni olduğuna emindim.
Tavandan zemine cam kaplı penceresi, uzun geniş, siyah masası ve oda içerisinde kahve makinesi, fincanları, her şey özenle yerleştirilmişti.
"Bu odayı sana ne zaman verdiler hyung? Daha önce bize bahsetmemiştin."
"Kısa süre önce." dedi gülümseyerek. "Neden bu kadar ağladığından bahsetmek ister misin şimdi?"
Elimdeki bitki çayını sehpaya koydum ve "Dün olan tartışma ve huzursuzluk için özür dilerim." dedim. "Fakat sabah uyanınca gerçekten hiç böyle bir şeyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. O kadar şaşırdım ki! Benim odam olmayan bir odada gözlerimi açtım. Şirkete bile alınmadım! Üstelik öğrenci kartım var. Oyunun her detayını düşünmüşsünüz resmen. Çok korktum. Kimse beni tanımadı. Kimse Yoongi hyungu da tanımadı." Nefes almadan konuşurken Namjoon hyung kaşlarını çatmış "Sen ve Yoongi dediğin kişi neden tanınacaksınız? Burayla bağlantın ne ki?"
"Namjoon hyung sen yapma bari! Dersimi aldım diyorum. Gerçekten aldım. Bir daha yapmayacağım söz veriyorum. Bunalımdaydım sadece. Her şey çok fazla üstüme gelmeye başlamıştı. Dayanamadığımı hissettim fakat toparlayacağım. Grubumuz için, hayranlarımız için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım."
"Jungkook'du değil mi?" diye sordu teyit etmek ister gibi. Adımı bilmiyor gibi davranması saçmalıktan başka bir şey değildi. "Evet." dedim yine de. Huyuna gitmeye çalışıyordum. O benim Namjoon hyungumdu sonuçta. Ben hep onu örnek almıştım. Onu ve Yoongi hyungu. Ne olursa olsun beni tanıyacak iki insandı onlar.
"Zor bir dönemden geçiyor gibisin. Konuşmaya başlayınca böyle şeyler anlatacağını hiç düşünmemiştim. Tam olarak neyden bahsettiğini de anlayamadım zaten. Grubumuz? Yoongi? Bunalım? Hiçbirine anlam veremiyorum."
"Anladım hyung." dedim. "Oyuna devam edeceksin yani. Onların tarafındansın bu sefer. Ben de Yoongi hyunga giderim. Ne de olsa beni karşılıksız tutacak tek kişi o." Hışımla kalkıp kapıdan dışarı çıktığımda asansörü bile beklemeden sinirle merdivenleri döverek inmeye başlamış, Mingyu ve Eunwoo'nun 'bekle' temalı konuşmalarını bile göz ardı etmiştim.
Nasıl onların tarafını tutabilirdi? Beni nasıl tanımamazlıktan gelirdi? Yoongi hyungu bulduğum gibi bunu hepsine ödetecektim. Oyun mu istiyorlardı? Oynardım bende o zaman.
Öyle güzel oynayacaktım ki onlar bile şaşıracaktı. Benimle uğraşmak ne demek hepsi görecekti. Park Jimin'in mi başı altından çıkmıştı acaba? Bana karşı en sinirli olan oydu aralarında.
Küçük şeytan.
Yenemeyecekti beni. Hepsine gösterecektim.
Hepsine hem de.
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your time
Fanfictionjeon jungkook kendi zamanını bulmak isteyen ünlü bir grubun en küçük üyesiydi. s | 20' •time series