4: incir ağacı altında doğmuşuz

102 22 2
                                    




4 // incir ağacı altında doğmuşuz


"Biliyor musun annem beni incir ağacının altında doğurmuş."

Jongin yanıma geldikten sonra ikimiz de oradan ayrılmış ve evimin karşısındaki erik ağacının altına oturmuştuk. Tabi ben ilk başta eve gidip yaralarımı temizlemiş, Jongin'e söz verdiğim gibi tüm paramı ona vermiştim. Ayrıca bunun oldukça zor kabul ettirme süreci de olmuştu. Şimdi ise buradaydık, erik ağacının altında.

"O nasıl oluyor öyle?" diye sordum.

"Ben de bilmem ki. Küçükken bir keresinde babam bana, incir ağacının altında doğduğumu söylemişti. O zamanlar o aklımla anlamamıştım, herhalde güzel bir şeydir diye düşünmüştüm; çünkü..incirler güzeldir, ben incir çok severim biliyor musun? Tatları çok güzeller. Neyse konudan sapmayayım, merakıma düşüp bunun ne demek olduğunu sordum, gerçekten incir ağacının altında mı doğdum diye. Babam da bana, incir ağacının lanetli olduğunu söylemişti. Benim orada doğduğuma inanıyordu, daha doğrusu benim doğmam onun için lanetliydi. İncir ağacının getirdiği bir lanetti."

Bakışlarımı ona çevirirken, ağacın dibinden aldığı karıncayı eline alıp, elinin üzerinde gezdirmeye başladı. Karınca parmaklarında gezinmeye başlarken kıkırdıyordu. Bu Jongin'in gülümseyişini duyduğum ilk zamandı. Sımsıcacık hissettiriyordu gülümseyişi. "Yavaş yavaş yürüyor gıdıklıyor beni." Gülmesine devam ederken karıncayı diğer eliyle tuttu ve yere geri bıraktı.

Onun bana bakmamasından yararlanıp bu masum haline hafifçe gülümserken gözlerimi tekrardan önümdeki bozkıra çevirdim. Ne tuhaftı, daha dün yalnız başıma oturduğum bu erik ağacının altında, şimdi hiç tanımadığım bu yabancıyla oturuyordum. Hayat garipti, çok garip.

"Peki sen inanıyor musun buna? Lanetli olduğuna."

"Evet, inanıyorum." Gözlerini benim gibi önüne dikti. "İnanmak zorundayım buna çünkü tek dayanağım bu. Bir tek bu düşünce beni terbiye etti, eleyip dokudu, beni uslandırdı. Onca yaşadığım şeyin bir tek sebebi olarak bunu gösterdim; çünkü lanetliydim, çünkü ben incir ağacı altında doğmuştum. Ne yaşadıysam tek sebebi buydu; doğmamın laneti."

Dediklerini düşündüm. Babası neden Jongin'i lanetli kalıbına sokmuştu? Bir insanın evladına bu yakıştırmayı yapması ne de caniceydi. Jongin şu an belli etmese de onda büyük bir yara bırakmıştı, kısılmış içli sesinden belliydi. Bir an Jongin'in tüm geçmişini öğrenme arzusuyla doldum, bu duygu çok ağır bastı. Fakat hiç öğrenmemenin daha iyi olacağını düşündüm. Şunun şurasında birbirimizin neyiydik ki anlatacaktık? Anlatsak bile bir işe yarayacak mıydı, her şeyi unutturacak mıydı?

Kendime engel olamayıp, onu tanımak adına tekrar bir soru sordum. "Uyandığım yer senin kaldığın yer miydi, evin yok mu?"

Tekrardan gülerken ellerini hırkasının sökülmüş ipine götürdü. Fakat bu gülümsemesi, karıncayla oynarken oluşan gülümsemesinden çok farklıydı. "Belki inanmazsın ama benim ailem çok zengindi biliyor musun?" Sesimi çıkarmayıp devam etmesini bekledim.

"Varlıklı bir ailem vardı. Kültürlü, kaliteli, hatrı sayılır bir aileydik. Küçüklüğüm boyunca aldığım dil eğitimleri, özel dersler, dilediğimce oyuncaklar, kıyafetler...bir varlıklı ailede ne varsa ona sahiptik."

O konuştukça içimdeki merak hissi dört bir yanımı sarıyordu. Ardı ardına sormak istiyordum, o zaman neden bu haldesin, ailene ne oldu, nasıl böyle bir hâle geldin? Hepsini içimde tuttum, ağzımı bıçak açmadım.

"Bir de dadılar vardı, evde çalışanlar." Bakışlarını yere kilitlerken, gözlerini kırpmadan tekrar etti. "Dadılar..evdeki hademeler.." Uzunca bir süre sessiz kaldı, konuşmadı. Sadece dadılar kelimesini tekrar etmeye devam etti. Sessizlik gittikçe büyümeye başlarken, onun için korkmaya başlamıştım. Gözlerini birkaç kez kırpıştırıp, gözlerini sabitlediği yerden kaçırırken tekrardan önüne dikti.

"Güzel zannettiğim bir yaşamım vardı, güzeldi. Fakat sonra bir şey oldu, bir şey oldu ve tüm büyü bozuldu. İşte ben, o zaman babama hak verdim, lanetliydim. Yaşadığım her şeyi böyle sorumlu tutmaya başladım. Neden bu oldu, çünkü ben lanetliyim, neden bu acıyı çektim, çünkü ben bir incir ağacı altında doğdum. Şimdi sorarsın o kadar varlıklı aileden neden bu hâle geldin, diye. Ben de bilmiyorum. Neden bu haldeyim, nasıl bu hale geldim ben de bilmiyorum. Sert esen bir rüzgâra takıldım ve beni buralara sürükledi."

Gözlerini sabitlediği yerden ayırmadan, durmaksızın konuşmaya başladığında onun için tekrardan endişelendim. Aklına, yaşadığı her neyse, olanlar geliyordu ve onu o karanlık günlere geri götürüyordu. Daha fazla konunun açılmaması için sustum ve Jongin'in sakinleşmesi için vakit tanıdım.

En sonunda sakinleşmiş olacak ki derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. Ağacın dalları arasından süzülen güneş ışıkları tenine değiyor ve esmer tenini daha da parlak kılıyordu. Kapkara saçları, güneş ne kadar değerse değsin bir ton bile açılmıyordu. Derilerini yolmaktan kanattığı narin ellerini toprağın üzerinde gezdiriyordu.

Güneş vurduğu için kısılan gözlerini bana çevirip, "Peki sen?" diye sordu. "Senin adın ne, sen de incir ağacı altında doğdun mu?"

"Adım Sehun."

İkinci sorduğu soruyu düşünürken sessiz kaldım. Bir incir ağacının altında doğmuş muydum? Hayır, ben anamın rahminde can bulup, onun sıcak kollarının arasında doğmuştum. Babamın, o zamanlar çok büyük gelen, avuçlarında büyümüştüm. Belki de ben de bir incir ağacı altında doğmuştum, belki de Jongin'le kaderim aynıydı.

"Bilemiyorum Jongin, belki de doğmuşumdur. Belki de orada doğmasam bile orada büyümüşümdür, lanetini kapmışımdır bir şekilde."

"Sen de mi lanetlisin Sehun?" İsmimi ilk defa onun ses tonuyla duymamla duraksadım. Ses tonu çok yumuşaktı ve kırılgandı. Bir insanın ses tonu bile kırılgan olabilir miydi? Oluyordu işte, Jongin'le olmuştu.

Lanetli miydim? Aklımın çekmecelerini açmam gerekiyordu fakat açamazdım. Onlar sonuna kadar dolmuştu ve ben zar zor bir kilit atabilmiştim. Belki de, belki de her şeyi Jongin'le paylaşıp aklımın çekmecelerini boşaltsam, rahata kavuşabilir miydim? Hayır, aklımın çekmecelerini bir daha açamazdım, bu kadar zor kapatmışken bir daha açamazdım.

Sorusunu cevaplamayarak sessiz kaldım. Halim yoktu, bir şeyler anlatmaya gücüm yetmiyordu. Sessiz kalmak yetiyordu, ancak onca kelimenin ağırlığını böyle azaltabiliyordum. Sessiz kalmalıydım, kelimelerin ağarlığının altında kalmamak için konuşmamalıydım.

"Bundan sonra ne yapacaksın?" Sessizliği bozdum.

Aniden konuşmamla irkilirken, bakışlarını bana çevirdi. Omuzlarını silkerken, "Bilmem." diye mırıldandı. "Nereye gideceğimi bilmiyorum, önümdeki yollar tozlu." Gözlerinde merak parıltıları parlarken, aynı soruyu bana yöneltti. "Peki sen ne yapacaksın, nereye gideceksin?"

Gidecek bir yerim var mıydı? Eve gitmek istiyordum. Tüm bu yükümden kurtulup, ailemin yanına gitmek.

"Bilemiyorum ama uzaklara gideceğim, buralardan uzaklaşacağım." Gülümsedi. "Seyahate mi çıkacaksın? Alaska'ya da gidecek misin? Oranın fotoğraflarını kitaplarda görmüştüm, çok güzeldi." Onun masum haline gülümsemeden edememiştim. Bu masum halleri kalbime acı veriyordu, nedensizce canımı yakıyordu.

"Bilmem, belki de bir seyahattir yapacağım."

Anlamaz bakışlarını yüzümde gezdirdi. Belki de neyden bahsettiğimi anlamıştı. "Sehun, belki de ben de uzaklaşmalıyım." Ellerini arkasına yaslayıp, kafasını gökyüzüne doğru çevirdi. "Belki de lanetim olan bir incir ağacına asmalıyım kendimi." Huzurlu bir şeyden bahsedermiş gibi yüzünde bir gülümseme oluştu.

O an onu yüreğime saklamak istedim, saklayıp yüreğimde ısıtmak, ömrümün sonuna kadar yüreğimden çıkarmamak. Ama ne fayda eder. İkimizin de ne saklanacak yeri vardı ne de ısınacak. Bunu çok iyi biliyorduk. Bunun bilinciyle bakışlarımızı birbirimize çevirirken, ağzımızdan dökülen kelimeler aynı oldu.

"Birlikte ölelim mi?"

"Birlikte ölelim mi?"

gidersen yıkılır bu kent | sekai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin