5: güneş bize yas tuttu

100 19 12
                                    




5 // güneş bize yas tuttu

Henüz ölmedim, yaşıyorum. Kenarına oturduğumuz uçurumdan hırçınca kayalara vuran dalgaları izliyorum, suların sesini dinliyorum. Saat kaç bilmiyorum fakat karanlık çökmüş artık tüm kente, gökyüzü kararmış, masmavi deniz kapkara olmuş, etrafta kimseler yok. Oturduğum yerden tüm hayatımı düşünüyorum, ağzımda tutturduğum bir şarkıyı mırıldanıyorum. Sonuma yaklaştığımı hissediyorum.

Kafamı çevirmemle 1 gün içinde tanışıp, birbirimizin sonuna ortak olacağımız oğlanı inceliyorum. Gözlerini denize dikmiş, suların sesini dinliyor. Yüzüne vuran ay ışığıyla kahverengi gözleri parıldıyor, kara saçları hâlâ simsiyah. Boşlukta kalan ayaklarını bir ileri bir geri sallıyor. O da sonuna yaklaştığını hissediyor.

Henüz ölmedim, yaşıyorum ama her an öleceğim. Geçmişe bir türlü atamadığım demir artık benim intiharım olacak. Geçmişim ve geleceğim parçalanıp yok olacaklar. Öylesine geçip gitmiş bir insan olacağım hiçbir iz bırakmadan. Fakat bunlar bizim son izlerimiz olacak, asla silinmeyen izler.

"Biliyor musun Sehun, ölüm insanlara nasıl verilmiş?"

Geldiğimizden beri tek bir kelime etmemiştik. Buraya gelip, bu kıyıya oturmuştuk. Şimdi ise bozulan sessizliği aldırmayıp "Nasıl verilmiş?" diye sordum. "Anlat bana."

Boğazını temizleyerek anlatmaya başladı. "Ölüm ilk dağlara verilmiş; ölümü tadan dağlar bu acıyı kaldıramayıp yıkılmışlar. Dağların bu halinden sonra ölüm nehirlere verilmiş; nehirler ağlamaktan kurumuş, tükenmişler. Daha sonra rüzgârlara verilmiş ölüm; rüzgâr esmiş, esmiş tükenmiş. En sonunda "Al bizden bu acıyı, dayanamıyoruz." demiş. En sonunda ölüm insana verilmiş; insan acının ilk haliyle yanıp, kavrulmuş. Fakat zaman geçmiş insanın acısı artık dinip, azalmaya başlamış. İnsan belli zamandan sonra unutup, gülmüş. O zaman anlaşılmış; ölüme insandan başka hiçbir varlık kaldıramaz diye. İşte insana ölüm böyle verilmiş."

Konuşmasının bitmesiyle gözlerimi ona çevirirken "Peki bu insanın yüzsüzlüğü mü, yoksa insana alışmak bahşedildiği için olan bir şey mi?" diye sordum.

Omuzlarını silkerken "Bilmem." diye mırıldandı. "Bence insana alışmak duygusu verildiği için böyle. Yani...böyle olmasa bile ben kendimi böyle avutmaya çalışıyorum."

Ben neden alışamıyordum peki? Babamı, anamı, kızkardeşimin ölümünü neden bir türlü kabullenememiştim? Onlar için içimde oluşan büyük boşluk hiçbir zaman dolmamıştı, ben onları hiçbir zaman unutmamıştım. Kim bilir belki de yaratılırken, bana alışma duygusu bahşedilmemişti. Belki de hiçbir şeye alışamadığım için acısını ilk günkü gibi yaşıyordum.

"Neden kendini bununla avutuyorsun?" diye sordum Jongin'e.

"Bununla avutuyorum çünkü; şimdi öleceğim için ağlayanım olmayacak olsa da, beni bir sürü kişi tanıdığında yine ağlayanım olmayacaktı.  Elbet üzülen olurdu fakat birkaç güne herkes yine eski yaşantısına dönerdi. Ancak adım anıldığında veya ölüm yıldönümüm olduğu vakit hatırlanırdım. Aynı şunun gibi, evet Jongin çok iyi bir insandı onun için üzgünüm her neyse senin işlerin nasıl gidiyor, aynı bu şekilde olurdu. Her şekilde yine de unutulurdum. Fakat bunun için insana asla suç atmam." Kendisiyle çelişiyordu. "Sonuçta unutmak, alışmak insana verilmiş duygular. Bunun bilinciyle arkamda ağlayan olmayacağı için mutlu oluyorum."

Ben de mutlu oluyordum.

"Peki sen Sehun? Hiç bahsetmedin kendinden. Ben yine de bir şeyler anlattım ama sen suskunsun. Anlatmak ister misin?"

Kelimelerin ağırlığı beni eziyordu. Ağzımı açsam tüm kelimeler bir cam parçası gibi dilimi kesecekti. Ne konuşmam bir işe yarayacaktı ne de susmam. Ama ben sustum, konuşmadım. Tüm duygularım benimle yaşayıp benimle ölmesine izin verdim.

gidersen yıkılır bu kent | sekai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin