10: tek bir nefesinin ağırlığını anlayamasam da sorun değil, sarılacağım sana

79 20 4
                                    




10 // tek bir nefesinin ağırlığını anlayamasam da sorun değil, sarılacağım sana



Bir şeyler eksikti.

Eksik olan şeyin tam olarak ne olduğunu bir türlü anlayamasam da biliyordum, eksik olan bir şey vardı.

Bu eksiklik tam olarak, gece uyumak için yastığa başımı koyduğum an kendini belli etmişti. Sanki sol yanımda koca bir boşluk vardı ama bir türlü bulamıyordum bunu. Gece boyunca düşünüp durdum, uyku bir kere bile uğramadı. Ne kadar gecemi gündüz edip düşünsem de içimde oluşan bu huzursuzluğu bir türlü adlandıramadım.

Pencereden odaya günün ilk ışıkları dolarken birkaç saat olan uykumla kalktım. Jongin hâla uyuyor olmalıydı. Geçen birkaç güne göre biraz daha iyi olsa da hâla dinlemeye ihtiyacı vardı. Odasından çok çıkmıyordu ve sessizliğini de korumaya devam ediyordu. Birkaç defa evin karşısındaki fundalıkları dolaşmaya çıkmıştı fakat bu beş dakikadan fazla sürmemişti. Bitkinliği buna izin vermemişti.

Mutfağa, Jongin'e kahvaltı hazırlamak için, gittiğimde işe koyulmuştum. Jongin her ne kadar ona yemeklerini hazırlamamı, mahçup hissettiğini söylese de onu dinlemiyordum. Sessiz şekilde kahvaltıyı hazırlarken bu arada  aklımda hâla dönüp duran düşünceler vardı. Neydi, neydi bu bir türlü bulamadığım eksiklik? İçimi yiyip bitiriyordu.

Aklıma aniden gelen şeyle birlikte yaptığım işi yarıda bırakıp duraksadım. Eksik şey, eksik şey...Gece boyunca düşündüğüm o eksikliği fark etmiştim.

Fotoğraf.

O uçurumun kenarında bıraktığım fotoğraf.

Acaba hâla koyduğum taşın altında mıydı? Olmalıydı. Olmasına ihtiyacım vardı çünkü o fotoğraftan başka sahip olduğum varlık yoktu. Tüm çocukluğum, gençliğim o fotoğraftı. Uçsuz bucaksız maviliğin içinden sağ çıkacağımı asla tahmin etmediğim için o fotoğrafın orada kalmasını istemiştim; benimle gelmesin istemiştim.

Bir an önce fotoğrafı bulmak istediğim için hareketlerimi hızlandırdım. Hızlıca kahvaltıyı hazırladığımda Jongin'in yiyeceklerini tepsiye koyup odasına doğru ilerledim. Aslında uyandı mı uyanmadı mı hiçbir fikrim yoktu ama uyandığını tahmin ediyordum.

Kapıyı yavaşça aralayıp, kafamı kapının kenarından uzatarak içeri baktım. Jongin uyanmış, pencerenin kenarında oturuyordu. Kapının açılmasıyla anında kafasını bana doğru çevirirken uyumaktan küçülmüş gözlerini ve dağınık saçlarını görme şansı tanımıştı. İstemsizce yutkundum.

"Günaydın, kahvaltını getirdim."

Gözlerini yüzümden, elimdeki tepsiye kayarken koltuğa tutunarak ayağa kalktı. "Sehun, zaten kahvaltı hazırlamana mahçup kalıyorum." Gözlerini yüzümden kaçırırken elimden tepsiyi aldı. "Lütfen, ayağıma kadar getirme."

Bunu ona kaçıncı sefer söyleyişimdi bilmiyorum fakat yine de "Jongin, bunun sorun olmadığını önceden söylemiştim." diyerek tekrardan hatırlattım.

"Hayır, hayır. Hem...seninle beraber yapmak isterim kahvaltıyı." İsteğine karşın kaşlarım istemsizce havalandı. "Ben hiç sevmem yalnız kahvaltı etmeyi, sıkılırım."

Kapının kenarından çekilirken mutfağı gösterdim. "O zaman mutfak şu tarafta."

Önümden geçip mutfağa doğru ilerlerken arkasından onu takip ettim. Böyle bir şey istemesine şaşırdım çünkü beklediğim bir şey değildi. Jongin'i az çok tanımaya başlamıştım. Utangaçtı, sessizdi, çok konuşmuyordu. Belki de çok konuşkan birisiydi fakat hastaneden eve döndüğünden beri aramızda düzgün bir sohbet geçmemişti. Belki de beni, bu ortamı yabancılıyordu ya da olan şeylerden sonra hâla bir şok içerisindeydi. Bilmiyordum.

gidersen yıkılır bu kent | sekai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin