7: rüzgâr yükseliyor, yaşama tutunmak gerek

78 17 9
                                    




7 // rüzgâr yükseliyor, yaşama tutunmak gerek


Beş gün olmuştu. Bilincim açılalı ve Jongin'in odasına her girişimde onu uyanmış olarak bulmak isteyeli.

Üç gün önce hastaneden taburcu olmuştum. Bu üç gün içinde ilk olarak, beş param olmadığı için bankaya gitmiş ve yıllık birikimimden birazını almıştım. Daha sonra evime giderek, olanlardan sonra oraya gitmek beni her ne kadar zorlasada, evin eksiklerini gidermiş ve evi yapabildiğim kadar derleyip toplamıştım. Yıllarca kapısını açmadığım küçük odayı yeniden yaşanılabilir bir hale getirmiştim. Odayı havalandırmış, temiz çarşaflar sermiştim ve onun için her şeyi hazır hâle getirmiştim.

Uyandıktan sonra önerimi kabul edecek mi etmeyecek mi hiçbir fikrim yoktu fakat yine de kabul edeceğini varsayarak tüm hazırlıkları onun için yapmıştım.

Hastaneden çıktıktan sonra gidecek hiçbir yeri olmadığını biliyordum. Bizzat kendi gözlerimle kaldığı yere şahit olmuştum. Tüm o ağrı ve hastalığıyla orada kalabilecek miydi? Kesinlikle imkansızdı.

Olanlardan bir şekilde kendimi sorumlu hissederken yine de iyileşene kadar yanımda kalmasını isteyecektim. Onu, sağlıklı bir şekilde gözlerinden yaşam pırıltıları parlayarak gülümserken görmeden asla huzuru bulamayacaktım, biliyordum. Onu ancak böyle gördüğüm zaman yollarımızı ayırabilirdim.

Beş gündür yaptığım gibi bu sabah da erkenden kalkmış ve Jongin'i uyanmış olarak görmeyi dilerken hastanenin yolunu tutmuştum.

Onun hakkında tek bildiğim şey incirleri sevmesi olduğu için her sabah giderken belki uyanmıştır düşüncesiyle yanına incir alarak gidiyordum. Her gün 2 tane aldığım için başucunda 8 tane incir birikmişti. Bugün 10 tane olacaktı ve içimden, bugün ona hepsini gösterebilmek için dua ediyordum.

O görmeden, incirlerin çürümesini istemiyordum.

Jongin'in kaldığı odanın önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Belki de şu an içeride, uzandığı yatağın üstünde gözlerini açmış ve neler olduğunu kavrayamadığı için şaşkın şaşkın etrafı izliyordu. Son kez derin bir nefes alıp kapının kulpunu aşağı doğru indirdim. Gözlerim direkt onu bulurken yatağın üzerinde hareketsiz yatan bedenini görmemle omuzlarım düştü.

Her gün daha da fazla endişeleniyordum. Doktor, durumunun kötü olmadığını söylüyordu fakat iyi de demiyordu. Bunun üstüne onun uyandığını görmediğimde içimdeki korku gittikçe büyüyordu.

Omuzlarım çökmüş şekilde yürürken yanındaki sandalyeye oturdum. Her gün böyleydi; yanına oturuyor, yüzünü izliyor ve akşama kadar uyanmasını bekliyordum. Bundan asla sıkılmıyordum. Jongin'in yüzünü seyretmek tarif edemeyeceğim şekilde bana rahatlık veriyordu. Yüzünün her bir zerresini ezberlemiştim, göz kapağının üzerindeki minik bene kadar.

Günlerin geçmesiyle uzayan saçlarına uzanıp geriye doğru taradım. Saç tellerini parmaklarımın etrafına dolarken yumuşakça okşadım. Ne zaman görecektim o kahverengi gözleri? Ne zaman yaşam sevinci pırıltılarıyla görecektim?

Bilmiyordum.

"Erik ağacını hatırlıyor musun? Hani seninle altında oturduğumuz ağaç?" Sessizlik gittikçe beni boğmaya başlarken konuşmaya başladım. "O ağacın çok güzel erikleri var. Tadına bakmak istersin değil mi?"

Beni karşılayan sessizliği aldırmadan devam ettim. "Evimin biraz ilerisinde de çilek tarlaları var. Onları senin için toplayıp getireceğim. Sağlığına kavuşana dek güzelce besleneceksin."

Onun üzerinde bu denli sorumluluk hissetme sebebim; tüm bu olanların benim yüzümden olduğu düşüncesiydi. Elbette ki Jongin'i yaşananlar için zorlamamıştım fakat belki de hiç karşılaşmasaydık, Jongin şu an bu durumda olmayacaktı. Fakat şimdi bu durumdaydı ve ben onu hayatına geri döndürmek zorundaydım. Kendimi bunun yükümlülüğünde hissediyordum.

gidersen yıkılır bu kent | sekai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin