Genç kız öne çıkarken ne olacağını çok iyi biliyordu ve bundan ölesiye korkuyordu. Yine de kafasını dik tuttu. Soğuk ve oldukça ifadesiz duruyordu. Ne kadar korktuğunu bir o, bir Tanrı, bir de en yakın arkadaşı biliyordu. Soğuk ve ifadesiz bir yüz ifadesi takınmış olsa da hem korkuyordu hem de içi acıyordu. Ağlamak istiyordu ama bunu yapamazdı. Şuan olmazdı
Arkadaşına baktığında onun da endişesini gördü. Yine de onu rahatlatmak için hafifçe gülümsedi. En yakın arkadaşı ve dostu, Milena'ya minnettardı. O olmasa çoğu şeyi başaramazdı.
Derin nefesler aldıktan sonra yavaş ama emin adımlarla öne çıktı. Herkes başta anlamayarak ona baktı. Tanımışlardı, ki tanınmayacak ve fark edilmeyecek gibi değildi. O, çok konuşulan Güney Kont'u Greydon'ın kızıydı, Nicole Aidan. Ama hayır, o babası yüzünden tanınmıyordu. Kendisi bir savaş dahisiydi, ordu yönetmekte üstüne yoktu.
Babası onu ilk ordunun başına getirdiği zaman, ülke bununla çalkalanmıştı. Bir kızın ordunun başında olması, çoğu kişi tarafından gülünç ve utanç verici olarak kabul edilmişti. En önde gelen Kont'lardan birinin böyle bir şey yapması.. Tüm ülke gülmüştü buna. Ama sonra anlaşıldı ne kadar doğru bir karar olduğu çünkü adının hakkını vererek her savaşından zaferle çıktı. Ülkedeki çoğu erkek komutandan kat kat daha iyiydi
Kısa süre içerisinde herkes ona hayran olmuştu. Yaptığı şeyler hayran olunası olsa da.. Şuan tamamiyle saygısızlık ediyordu. Bir cenazeye uygun giyinmemişti, üstelik her zaman cenazelerde ilk konuşma hakkı ölenin ailesinde olurdu. Normal bir zamanda bile bu yeterince saygısızca duracakken şuan bir soylu cenazesindeydiler, kraliyet cenazesinde. Üstünde sıradan bir kot pantolon vardı, kotun üstünde gömlek ve deri bir ceket. Bacağına yerleştirilmiş kemerde olan 1 hançer ve beline asılı bir kılıç. Savaşa gelmiş gibiydi
"Leydi Nicole..." dedi bi' kadın ama kız elini kaldırdı
"Biliyorum hanımefendi. Prensin cenazesi, konuşma hakkı falan filan" diyerek göz devirdi. "Her neyse herkes bana bakabilir mi lütfen? Güzel zaten herkes bana bakıyor" hafif bir gülümsemeyle insanlara baktı. En sonunda ölmüş prensin karısına geldi ve durdu. Tanrı şahitti, bu kadından nefret ediyordu.
"Evet... Şuan hepiniz bir saygısızlık yaptığımı düşünüyorsunuz. Ama ben, prensin vasiyetini uyguluyorum. Ölmeden önce benden ne yapmamı istediyse onu yapıyorum"
"Her şekilde bu bir saygısızlık! Kocamın cenazesini lekeliyorsun!"
'Ah prenses.. Kocanızı sizden daha fazla lekeleyecek hiç bir şey yok..' diye geçirdi içinden. Bu kadından kimseden etmediği kadar nefret ediyordu
"Üzgünüm prenses ama bu bir vasiyet! Ve bende bunu yerine getirmeliyim!" dedi sesini biraz yükselterek. Fazla yüksek olmayan ama otoriter sesi prensesin susmasını sağlamıştı. Nicole 'keşke sonsuza kadar sussa' diye düşündü, 'her şey en azından biraz daha güzel olurdu'
"Peki vasiyet olduğunu onaylayacak her hangi biri var mı?" dedi bu sefer Kraliçe Teresa.
"Ben varım, kraliçem. Yetmez mi?" diyen Milena'ya baktı. Burda sözüne tamamen güvenilebilecek birisi varsa o da Milena'ydı. Ufacık gülümsedikten sonra önüne döndü
"Hepiniz prensin bir hastalıktan öldüğünü sanıyorsunuz. Bu bir yalan. Prens, bir hastalık sebebiyle ölmedi. Bilinçli ve planlı şekilde, öldürüldü. Bunun olacağının farkındaydı ve beni yanına çağırmıştı. Kendisi uzun süredir gizlenen bir gerçeği açığa çıkarmamı istedi"
Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Derin nefes aldı. En zor kısım geliyordu
"Bu gerçek, karısı yüzünden saklanmak zorunda kaldı. Sevgili, Prenses Dolores, maalesef prensin asla karısı olmasını istediği kişi olamamıştı. Yine de onunla zorla evlendi"