Selam 5 okuyucum, nabersiniz? Ben iyiyim koçlarım. Bu bölüme başlamadan önce bi önceki bölümü okuyun sonunu değiştirdim çünkü. Evt teşkürler
Ne kadar süre yürüdük ve kaç farklı yerden döndük bilmiyorum. Çok karışık bi labirent gibiydi burası. Asla bir yere varmıyorduk.
"Bir labirente mi girdik biz şimdi?" dedim kaşlarımı çatarak. Saatlerdir yürüyorduk. Milena'yı merak ediyordum. Onu en son gördüğümden beri kaç saat geçmişti bilmiyorum ve kafayı yemek üzereydim
"Hayır. Basit bir önlem. Başka birisi bu tünellere girerse ne yöne gideceğini bilemez. Kaybolur ve 3 gün içinde ölür"
"Nereye gittiğimizi biliyor musun peki?" Dedim emin olamayarak. Pek güven veren bir tipi yoktu. Bana yandan bi bakış atıp gülmekle yetindi
"Buranın hazırlanma fikri abimden çıktı. Herkesten iyi o biliyor" diyen kıza baktım. Takdir eder gibi dudak büktüğümde çocuk sırıttı
"Biliyorum, mükemmelim"
"Hayır sadece aptalsın." Dedim göz devirerek. Kahkaha attı. Kafasına geriye atmış gülüyordu. Şuan aklımdan sadece bir düşünce geçiyordu
"Beni öpmek mi istiyorsun, leydim?"
"Hayır suratına sağlam bir yumruk geçirmek istiyorum" dedim ciddiyetle. Ki gerçekten yumruk atmak istiyordum. O alaycı suratını yamultmak çok keyifli olurdu
"Kırıcısınız" dedi ama alınmış gibi değildi. Alaylıydı. Çocuğun varlığı alaydı
"Eğer arkadaşımı 1 saat daha göremezsem üstüne atlar ve-"
"Öper misin?"
"Seni parçalarına ayırırım." Dedim aynı sakinlikte. Arkamızdan gelen kız da alttan alttan bize gülüyordu. Kumral saçlıydı. Gözleri elaydı ve tatlı bi yapısı vardı. Meşale ışığında çocuk da çok netti. Gözleri tahmin ettiğim gibi mavi renkti. Ama gri gibi bi mavi. Delip geçen keskinlikte ve bir o kadar da alay dolu bir mavi. Saçları hala ne renkti çözemiyordum. Ya koyu kahverengi ya siyahtı.
Gülerek önüne döndü ve sonra durdu. Bir süre duvara baktı
"Kaybolmadık de."
"Ehm. Bi saniye"
"Bize kaybolmadığımızı söyle."
"Sadece yanlış bi yerden dönmüşüz o kadarcık"
Sabır diler gibi nefes aldım. Elimde kalacaktı. Elimde kalmasına ramak kalmıştı
"Ay dur tamam doğru yerdeyiz" duvara bi kaç kere tıklattı. Duvarda bir kısım açıldı. Aslında tahta bi kapıydı. Ama o kadar iyi kamufle edilmişti ki bilmeyen birisi bulamazdı.
Burayı yapma fikri ondan çıkacak kadar zeki ama bir o kadar da aptal olmayı nasıl başarıyor diye düşünmeden edememiştim.
Kapı açılınca önden geçti, ondan sonra da kız ve en son ben geçtim. Bir zindana benziyordu. Bir sarayda olduğumuzu düşündüm ilk başta çünkü gerçekten çok genişti. Ama ormandayken yakında saray var gibi durmuyordu. Anlamaya çalışarak etrafa baktım.
Sonra kapıyı açan kişiye baktım. Bir askerdi. Burası kesinlikle bir saraydı. Ama başka bir ülkenin sınırına girmiş olamazdık. Emindim. Gittiğimiz yönde, ormandan 3 gün uzaklıkta küçük bir krallık vardı. Ama 3 gündür o labirentimsi yerde olmadığımıza da emindim. Anlamıyordum ve bu hoşuma gitmiyordu
"Kraliçe çok endişelendi, efendim. Sizi almak için bir ekip göndermeyi düşünüyordu"
"Gayet iyiyim" dedi eliyle geçiştirerek "Jonas geldi mi bana o lazım?"
"Evet. Kraliçe kız kaçırmaya da mı başladınız diye sitem de ediyordu" çocuğa baktım. Bahsedilen kız Milena olabilirdi
"Evet leydim arkadaşınız." dedi çocuk da gayet normal bir şeymiş gibi. Ardından da yürümeye başladı. Peşinden çıktım.
Merdivenler gayet gösterişli taşlardan ve pahalı işlemelerden oluşuyordu. Bir süre sonra da nihayet yer altından çıkmıştık. Burası bir saraydı hem de en büyük ve gösterişli olanlardan. Duvarlar dumanlı bir gridendi. İçlerine ince şekilde dağıtılmış altın ve gümüşler vardı. Yerler normal taşlardandı ama aralarındaki boşluklara ne olduğunu çözemediğim siyah bir şey dökülmüştü. Gün daha tam aydınlanmamış olsa bile içerisi güneşi öyle bir alıyordu ki tamamen aydınlıktı
"Beğendin mi?" dedi hala adını bilmediğim gıcık.
"Etkilendiğimi reddedemem" dedim yalan söylemeyerek
"Buranın tasarımı da bana ait" dedi yandan bi sırıtmayla. Gözlerim büyüdü çünkü gerçekten de şaşırmıştım
"Burası senden daha yaşlı duruyor"
"Ama değil. Benden daha küçük"
"Kaç yaşındasın?" dedim biraz şüpheyle. Tam sırıtıp konuşmaya başlayacaktı ki boynuma birinin atlamasıyla dikkatimi boynuma sarılan kişiye çevirdim.
"Milena?"
"Buyur benim" dedi salak salak gülümseyerek. Gayet iyi duruyordu. Büyük bi rahatlama yaşayarak sıkıca sarıldım
"Ödün patladı dimi keriz" dedi eğlenerek. Ters ters bakınca sevimlice sırıtmakla yetindi. Salaktı ama özlemiştim. Hafif gülüp çocuğa döndüm
"Başına bir şey gelmiş olsa seni doğduğuna pişman ederdim"
"Benim için büyük zevk ve şeref olurdu, leydim" sırıtarak yürümeye başlayınca arkasından boğacak gibi yaptım. Yanımızda gelen kız kahkaha atarken Milena da alttan alttan sırıtmaya başlamıştı. Bunu biliyordum
"Hayır." dedim açık şekilde, Milena'ya bakarak.
"Asla bilemezsin" dedikten sonra paytak adımlarla yürümeye başladı "Ne zaman yürüme işi bitecek? Uyumak istiyorum. Ve yemek"
"Annem sizi görmek isteyecektir. Sonrasında dinlenebilirsiniz" Milena başını sallayıp bana iyice yaklaştı ve ısıldamaya başladı
"Beni buraya getiren çocuk çok yakışıklıydı? Ay böle yeşil gözleri var." ciddi misin der gibi bakmaya başladığımda hemen savunmaya geçti
"Ama çok kibar ve zeki. Ve gamzeleri var. Buraya gelince bana atıştırmalık bir şeyler getirebileceğini söyledi"
"Senin kalbe giden yol cidden mideden geçiyor"
"Benim kalbim zaten midem" dedi aşırı bir ciddiyetle. Gıcık çocuk kocaman bir kapının önünde durunca durup baktım
"Annem ve babam burda, selam vermeyi unutmayın. Biraz sertler ve saygısızlığı sevmezler"
Sonra da kapı açılmaya başladı. Derin bir nefes aldım. Birazdan varlığını bile bilmediğim bir krallığın kral ve kraliçesinin önüne çıkacaktım. Gerilecek bir şey yoktu. Ne de olsa sadece oğullarını yumruklamak istiyordum. Kapılar sonuna kadar açılınca içeri bir adım attım
--------------------------
Bugün bu kadardı. Sonraki bölüm ne zaman gelir hiç bir fikrim yok
Sonraki bölümde görüşürüz. Beğenip yorum atmayı unutmayın he