Kehlani - Gangsta
-Bir oyun oynayalım, bizi yakıp kavuracak kadar sert olsun.
"Kiminle mesajlaşıyorsun sen?"
Jungkook yüzüne bulaşmış gibi bir sırıtmayla saatlerdir oturduğu yerde telefonuyla uğraşıyor, etrafta konuşulan hiçbir şeyi duymuyormuş gibi gözüküyordu. Sahte bir kızgınlıkla ona seslendiğimde bile duymadı ve gülerek parmaklarını hızlı hızlı ekranda gezdirmeye devam etti. Masanın üzerinden eğilip kırmızı tutamlarını sertçe çektiğimde acıyla inleyip suratını buruşturarak bana döndü. Geri çekilip koltuğuma oturduğumda mızmız sesine gülmemek için dudaklarımı ısırmıştım.
"Hyung ne diye saçımı çekiyorsun ya!" Saç diplerini ovuşturup dudaklarını büzdü. Bazen gerçekten bu işler arasında tüm soğukkanlılığıyla dikilen çocuk olduğuna inanamıyordum çünkü surat ifadesi küçük bir çocuğu andırıyordu. "Sana sesleniyorum sabahtan beri, kiminle mesajlaşıyorsun?" dedim gözlerimi kısarak. Sorgular gibi tek kaşımı kaldırdığımda az önceki buruşmuş suratının yerini şaşkınlık aldı. Rahatsızca yerinde kıpırdanıp bakışlarını kaçırdı ve telefonun ekranını kapattı.
"Ha?"
Anlamamış gibi bir ses çıkardığında kaçmaya çalıştığını fark etmiştim ki hiç başarılı değildi. Kendisi de bunu yemediğimi biliyordu ancak Jungkook böyle biriydi, on sekiz yaşında tek suçu arkadaşlarıyla birkaç bira devirmek olan ve günün sonunda ailesine hesap veren bir gence dönüşüyordu karşımda. Sadece benim değil Hoseok ve Seokjin'in karşısında da böyleydi.
"Kiminle mesajlaşacağım hyung ya, yarınki görüşme için vereceğimiz parayı konuşuyordum." Sahte bir kahkaha atıp elini ensesine götürerek bakışlarımızdan kurtulmaya çalışmıştı. Onun Taehyung ile konuştuğuna emindim ancak ne ara telefon numarasını aldığını merak ediyordum. Tanışalı iki gün bile olmamışken ve tüm beraber olduğumuz süre boyunca da hep yanlarında olmama rağmen böyle bir ayrıntıyı kaçırıp kaçırmadığımı hatırlamaya çalıştım. Zihnim tamamen Park Jimin'le dolu olduğundan pek de hatırlamayı beklemiyordum zaten.
Hoseok elini yanağına koyup yüzündeki sırıtmayla Jungkook'a döndü ve kaşlarını indirip kaldırarak Jungkook'u sinir edecek bir tonda konuştu. "Adama satıştan sonra sakso çekmeyi teklif ediyorsun herhalde, bu kadar sırıttığına göre?"
Jungkook'un gözleri kocaman olduğunda dayanamayıp kahkaha attım ve sinirle bana dönüp burnundan bir nefes verdi.
Dün Jimin uyanıp gittikten sonra bir daha buraya gelmemiş ve mesaj da atmamıştı. Sadece yirmi dört saat geçmesine rağmen tipik bir Park Jimin için uzun bir sessizlikti bu. Garipsiyordum. Her an odama dalan veya beni sinir krizine sokacak mesajlar atan birine bu denli alışmış olmak sinirlerimi bozuyordu.
Tüm bu olayların sonunun nereye gideceğini kestiremiyordum ve olay tam da burada kopuyordu. Ben her işin sonunu düşünenen ve planlayan biriydim. Hayatımda belirsizliğe yer olmadığı gibi kontrolün elimden alınmasına da yer yoktu. Alışılmışın dışında her şeyi kendim yönetmeli ve kuralları kendim koymalıydım. Jimin hayatıma girene kadar böyle işliyordu her şey. Yaptığı her hareket yavaş yavaş kendi sınırlarımı yok etmeme sebep oluyordu ve bundan rahatsızdım. Ondan değil, onun bana getirdiklerinden, hayatımdaki olmayan yerinden rahatsızdım.
Birine güvenmem asla iki günümü almazdı. Bazen yıllarca bile sürebilirdi. Zor bir insan olduğumun hatta bazen çekilmez birine dönüştüğümün pekala farkındaydım ancak adımlarını dikkatli atan biri olarak güven her işin temelinde yatıyordu. İşimi yaparken karşıdaki kişiye asla güvenmez ancak bunun tam tersini hissettirmek için uğraşırdım. İşler bir noktadan sonra böyle yürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lust: yoonmin
Fanfiction"Sert uyuşturucular. Güven yok. Aşkı siktir et, eğer bu şehvetse bu boku sonsuza dek yapabiliriz."