8, gone

1.3K 117 139
                                    

seafret - be there

***

Ertesi gün Renjun çok soğuk bir sabaha uyandı. Daha doğrusu öğleden sonra ikiye uyanmıştı.

Sadece hava değildi soğuk olan. İçinde buz gibi bir kütle vardı sanki. Üşüyordu ve yalnızca birkaç saat, bölük bölük uyuyabildiği için yorgundu. Üstelik gözleri ağlamaktan kızarmış ve şişmiş haldeydi. Her şeye rağmen, saçma kabuslarla süslü gecesinde aklında dönüp duran, ıssız köşelerden karşısına fırlayan Jeno ve Jaemin'in şimdi nerede ne yaptıklarını merak ediyordu. Onları son görüşü olmayacaktı ama gördüğü son anda bitirecekti. Böylece hem onlar hem de kendisi huzura erişebilirdi.

Hayır, sadece kendisini kandırıyordu.

Girmeyi seçmediği ama girmek zorunda kaldığı çıkmazın içinde saçlarını çekiştirip yataktan çıkmış, yüzüne soğuk su çarpıp ruh gibi mutfağa inmişti. Fakat yiyemiyordu. Midesi bir şeyler yemeyi reddediyor gibiydi. Eline almaya tenezzül etmediği telefonunun ekranında parlayan onlarca mesaj ve aramayı es geçerek balkona çıktı. Serin rüzgarın vücudundaki her bir noktayı dondurmasına izin verirken aç ve dirençsiz bedeni titriyor, devam etmesi gereken hayat yerinde sayıyordu.

Sicheng evde olmadığına göre erkenden çıkmış olmalıydı. Annesi de bazı pazarlar olduğu gibi arkadaşlarıyla falan buluşmuş olmalıydı. Renjun'un ise yapacağı hiçbir şey yoktu. Tüm planı gün boyunca bu buz gibi balkonda, kendine çektiği dizleri etrafına kollarını sarmış şekilde oturmaktı.

Göğü çevreleyen koyu gri bulutlar içini yansıtıyordu. İçi fırtınanın altındaki bir enkaz gibiydi. Toparlanmak zorundaydı ama bu imkansız gibi görünüyordu. O ikisi hakkında düşünmeden duramıyordu. Böylece oturup göğü izleyerek onları düşlemek istiyordu. Öyle de yaptı.

Saatlerce bir put gibi, kaskatı halde göğü izlemişti. Biraz ağlamış, biraz gülmüş, biraz iç çekmiş sonra biraz daha ağlamıştı. Hava kararmak üzereyken içeriden gelen zil sesi olmasa daha da devam edecekti bu döngüye.

Uyuşuk hareketlerle içeri girip basamakları yavaş yavaş indi. Üzerindeki açık mavi-beyaz çizgili pijamaları ve karışmış siyah saçlarıyla dağınık görünüyor olmalıydı ama umursamadı. Zile sürekli basan aceleci ve sabırsız kişiye içten içe anlam veremezken kimin geldiğini sormadan kapıyı açmak için hamle yaptı. Nasıl olsa annesi veya abisi falan olmalıydı.

Fakat açtığında görmeyi beklemediği, görmeye asla hazır olmadığı iki sıfatı görmüştü. Bir süre donakaldı. Gelmişlerdi. Onları görmek, sandığından daha büyük bir darbe indirmişti kalbine. Dün akşamdan beri ilk kez nefes alıyormuş gibi, ciğerlerine kocaman bir nefes çekti.

Karşısında beyaza çalan saçlarıyla, canlı bir renge sahip, yumuşacık görünen dudaklarıyla, Renjun'u titreten bakışlarla parlayan gözleriyle Jaemin; hemen yanında da saçlarını kapkara boyatmış, hakim bir auraya sahip, her bir detayıyla Renjun'un içini yakan Jeno vardı. O ikisini tanımlayacak sıfatı yoktu. Söz konusu onlarken hiçbir dürtüsüne karşı koyamıyordu. Onları her şekilde istiyordu.

Beyni içinde dün geceki görüntü bir kez daha başa sarıldı.

Birbirlerini seviyorlar, diye hatırlattı kendine. Seni arkadaş olarak görüyorlar. Sevgililer ve arkadaşlar farklıdır, Renjun. Unuttun mu?

"Neden telefonlarını açmıyorsun? Ne kadar endişelendik haberin var mı?" dedi Jeno nefes nefese. Gözlerinde öfkeli ve korkmuş bakışlar vardı. Renjun ona sarılmak istedi. Durup dururken bu kadar endişelenmeleri normal değildi, bir şeyler vardı.

my propellers, norenminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin