EPISODE | TWO
PEOPLE TO BOND.
Hogsmeade'den dönüş sonrası yenilen yemek, Portia'ya hep daha lezzetli gelirdi. Tüm gün gezmekten ve konuşmaktan yorulmuş bir şekilde masaya oturur ve o gün içinde canının çektiği neredeyse her şeyi yerdi. Yemeğini ise balkabağı suyuyla bitirirdi. Gerçi kendisi kahveyi birçok içeceğe tercih etse de Hogwarts bu konuda pek yaratıcı değildi.Elinde tuttuğu balkabağı suyuyla beraber arkasına yaslanırken yapmayı en çok sevdiği şey kendi masasını incelemekti. Pek çekingen biri olmadığından göz kontağı kurmak onun zor sayılmazdı, hatta bunu yapmaktan keyif bile alırdı. Çünkü ne zaman konuşurken birinin gözlerinin içine baksa onların ona daha kolay açıldığını düşünürdü, sanki ona yalan söyleyemezlermiş gib hissederdi. İnsanlara karşı bir üstünlük kurmaktan bazı durumlarda keyif alabilirdi. Ama işin içine girecek hiçbir sözcük yoksa, bakışlar diyaloglara dönüşürdü.
Portia, kızıllığı kaybolmaya başlamış dudaklarıyla balkabağı suyundan bir yudum aldıktan sonra dilini kısaca onların üstünde gezdirdi ve şekerli aromayı temizledi. Saçlarıyla benzer renklerde olan büyük gözlerini yavaşça kaldırdı ve etrafına yönlendirdi. Hemen karşısında oturan arkadaşı Florence, ela gözlerini önündeki tabakta sabitlemişti. Sanki ketumluluğunu ve güvenilirliğini sembolize edermiş gibi duran ince dudaklarını birbirine bastırmıştı, arada sırada gözleri Portia'ya kayıyor ve ona gülümsüyordu. Kendisi de ona kısa tebessümlerle karşılık veriyordu. Kızın aklı ve davranışları genelde tüm çevresi tarafından takdire şayan bulunurdu. Dokunulmaz duran güzelliği ve insanlara yaklaşımları da bu söylemi desteklerdi.
Fakat Portia pek öyle düşünmüyordu. Florence onun yakın bir arkadaşıydı, bu nedenle onu diğerlerinden daha net görebildiğini hissediyordu. Ne var ki, insan doğası gereği, Portia çoğu kimse gibi ona çok güvenmemeye özen gösteriyordu. Arkadaşı ise pek onun gibi biri sayılmazdı fakat sınırlarını biliyordu. Haliyle Portia, Florence'ın hakkında onun kendisi hakkında bildiğinden daha fazla şey biliyordu ve bunun böyle kalmasını seviyordu. Bu nedenle Florence, onun gözünde sadece duru bir peri nahifliğinde değil, aynı zamanda hangi vakitte ne yapması gerektiğini bilmeyen ve kendine söz geçirmekten muzdarip bir kızdı. Bazı vakitlerde ona bu nedenle acırdı hatta.
Bu düşünceleri zihnindeki farklı bir rafa kaldırdı, aklına getirmekten gurur duyduğu şeyler değillerdi bunlar. Gözlerinin yavaşça yana doğru kaymasına izin verdi. Dalgalı saçları göğsüne kadar uzanan, zarafet ve tehlikenin uyumsuz karışımının yarattığı ilginç hatları ve içinde nerdeyse alevler yanan koyu renk gözleriyle tıpkı klişe bir Black kadını gibiydi Bellatrix. Elinde tuttuğu çatalıyla beraber yemeğiyle oynarken bir yandan da karşısında duran kardeşiyle konuşuyordu. Kuzenini tanımayan bir insan bile, onu ilk görüşünde içinde bastırılmaktan muzdarip düşmüş bir fırtına olduğunu söyleyebileceğini düşünüyordu Portia. Siyah gözleri kömürmüş de, bir çakmak tarafından alevlenmiş gibiydi. Onu herkesten ayıran özelliklerinden birinin de bu olduğunu düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black hanesi'nin savunması üzerine. marauders era!
Fanfictionportia black, denemekten vazgeçmese bile asla mükemmelliğe ulaşamazdı ve kendini boğduğu yalnızlıktan kurtulamazdı. 'the wraith, vol. 1' written by @truffautsfilm. fanfiction, harry potter. [12.11.2020]