EPISODE | NINE
END OF AN ERA.
Tüm akşam boyunca oda kahkahalar ve ona eşlik eden çatal bıçak sesleri ile doldu taştı. O güne özel patlatılan şampanyanın yayvan kadehlere dolduruşuyla beraber şarkılar söylendi, camların neşeyle birbirine tokuşturulma sesleri tüm akşam sürdü. Ana yemek, meze ve tatlılar tabak değiştirerek herkesin önlerine sürüldü, hepsi de bir ötekinden lezzetliymiş gibiydi. Slughorn'un çenesi ise kapanmadı, şampanya ve elf şarabının da yardımlarıyla. Diğer öğrenciler de ona katıldı, konuştu, gülüşüldü ve fotoğraflar çekildi.Şimdi ise odanın köşesindeki gramafondan gelen melodiler Portia'nın kulaklarını okşuyor, avlunun açık kapısından giren sert rüzgar da onu titretiyordu. Bedeninde tüm gecenin yorgunluğunu hissediyordu. Elinde tuttuğu kristal kadehin içi köpüklü şarapla doluydu, herkes gibi içebildiği bu sayılı günlerden birinde hakkını tümüyle kullanıyordu tabi. Zihni ise bulanık değildi, aksine ne yapacağını biliyormuş gibiydi.
Pembe sıvıdan bir yudum daha aldı ve gözlerini odanın içinde gezdirdi. En yakınında duran Severus duvara yaslanmıştı, uzun saçları gözlerini kapatıyordu ama Portia onların nereye baktığını biliyordu. Az ötede duran Lily Evans, Hufflepuff'dan bir kızla sohbete girişmişti. Kahkahalarının arasında hafif hıçkırıklar kolayca seçilebiliyordu, Portia kızın elindeki mürver çiçeği şarabını bırakıp bir bardak su içmesi gerektiğini düşündü.
Onların yakınında küçük kardeşi Regulus ve Malfoy oğlanı vardı, kısık sesle bir şeyler konuşuyorlardı. Genç kız onlara çok önem vermeden gözlerini hareket ettirmeye devam etti. Andre Jewell, Lyla Hopkins ve diğer uzaktan tanıdığı kişilerin hepsi etrafa dağılmıştı, kimisi konuşuyor kimisi ise içiyordu. Tüm oda kendi halindeydi, Portia yutkundu."Onunla ne zaman buluşacaksın?" Yakınlardan gelen ses ile beraber Portia hızla kafasını çevirdi. Öylesine dalmış olmalıydı ki ona yaklaşan adım seslerini bile fark edememişti. Tahmin ettiği gibi Nikolai Lestrange onun yaslandığı duvara yaslanmış, akşam vakti gökyüzünde dolaşan bulutlara benzeyen koyu mavi gözlerini odada gezdiriyordu. Aralarında bir, belki iki kişinin sığabileceği büyüklükte bir boşluk vardı. Portia, oğlanın ilk başta farklı biriyle konuştuğunu sansa da soruyu kavrayınca cevap vermekle yükümlü olanın kendisi olduğunu anladı. Bakışlarını önüne çevirdi ve dudaklarını yaladı. Tazelemekle uğraşmadığı ruju silinip gitmek üzereydi.
"Kiminle?" Portia'nın yumuşak sesi aralarındaki boşluğu aştı ve Nikolai'nin kulaklarına ulaştı. Oğlan dudaklarını birbirine bastırdı. Duvara yaslanmış kafası yavaşça kıza döndü. "Bilmem, ama biriyle buluşacaksın." Portia sırıttı, Nikolai tabi sessiz kalacağını söylemişti fakat meraklanmayacağına söz vermemişti. Aradan geçen günlerde ona tek bir kelime etmese bile şimdi gözlerindeki beklentiyi gizleyemiyordu. "Evet." Portia sesini kıstı ve yavaşça oğlana eğildi "Ama kim olduğunu bilemeyeceksin." Yüzündeki hafif alaycı ifade oğlanı gülümsetti. "Öyle olsun." Gözlerini önüne çekti fakat sırıtışı hala yüzünden silinmemişti. Dans eden çiftlere baktı, odaya yayılan muggle müziğine ikisine de yabancıydı. Yine de Portia hoş bir melodisi olduğunu düşündü, Nikolai ise ayakkabısının tabanlarını yavaşça yere vurarak şarkıya eşlik ediyordu.
Oğlan yaslandığı yerden doğruldu ve gitmeden önce son bir kere kıza baktı. "Kadeh kaldırmak veya hayatında ilk defa falan eğlenmek istersen, sorman yeterli." Sözlerinin ardından yavaşça arkasını döndü ve arkadaşlarından birinin yanına adımladı. Nikolai kızdan uzaklaşırken Portia kısılmış gözleriyle onu izledi. İçinden gülmek geldi, kahkahalar atmak. Uzun süredir onu es geçen bu his bir anda vurunca kendini tutamadı. Boştaki eliyle büzülen dudaklarını kapattı ve hızla avluya yürüdü.
Odanın görüş alanından çıkınca kendini tırabzanlara yasladı. Karnı soğuk mermere değince ürperdi ama yükselen gülüşü o hissi bastırdı. Sol elindeki kadehi kenara koydu ve yanaklarını avuçları arasına aldı. Kahkahaları durmadı, odadan gelen yüksek müzik sesine şükretti. Avluda yankılanan şen sesi yükseldikçe yükseldi ve en sonunda Portia iki elini de tırabzanlara yasladı. Nefeslerini düzene sokmaya çalışması gereksizdi. Gözlerini kapattı, kahkahaları daha farklı bir şeye evrildi. Saçtığı gülüşler yavaşça kısık hıçkırıklara dönüştü. Bedenini sarsan ve ürpermesine neden olan titremelerine yavaşça göz yaşları da eklendi.
Kafasını yavaşça ellerine yasladı, göğsünün soğuktan mı yoksa ona hızla çarpan duygularından mı sızladığı anlamamıştı. Göz yaşları pudra ile parlatılmış yanaklarına doğru süzülüyordu. Elinin tersiyle onları silmeye çalışsa da bitmek bilmiyorlardı. Sarsılan omuzları yavaşça sakinleşince hıçkırıkları yerini iç çekişlere bıraktı. Dağılan saçları yüzüne yapışmıştı, elleriyle onları kulaklarının arkasına attı ve sırtını tırabzana verdi.
Rüzgar bir anda ona çarpınca Portia gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarını yaladı. Aldığı tuzlu tat dilinde yayıldı. Kafasını yavaşça kaldırdı ve gözleri gökyüzünde dans eden yıldızlara kaydı. Aklı astronomi derslerine gitti hemen, çoğunu tanıyıverdi. Bakışları görünen en parlak yıldıza kilitlenince gözlerini kıstı. Beyaz ışık sanki uzun parmaklarıyla ona dokunuyormuş gibi hissetti. Portia'nın gözünden bir kaç damla yaş daha düştü. Yanaklarından çenesine yuvarlandı ve elbisesinin yakasına tutundu. Yavaşça düzene giren nefeslerini dinledi. Müzik sesi alçalmıştı.
Portia, gece on biri devirdiklerini belli eden saatin tok vuruşuyla beraber gözlerini kapattı. Mumlarla aydınlanan avlu göz kapaklarının inişiyle karanlığa gömüldü, genç kızın ise aklına yüzlerce düşünce yağdı. Dilekler, seçimler ve yapılması gerekenler. Portia doğru olan şeyi yapamamaktan hayatı boyunca kaçınmıştı. Fakat mükemmel ve örnek biri olmak ona yakın olduğu kadar uzaktı da. Zihni ne zaman bunu hatırlasa, aklı uzun zaman önce duyduğu bir söze giderdi. Rüyamda iki kediydim ve birbirimle oynuyordum. Bunu ilk işittiğinde kendiyle bağdaştıramayacak kadar küçüktü, hoş fakat anlamsız bir cümle olduğu kanaatine varmıştı. Ama aradan geçen zamanla beraber kendisiyle olan savaşı aklına bunu getirmişti, ulaşılması zor bir hatıranın bir anda geri dönmesi gibi. Bir hediye.
Zihninde yeşeren iki ayrı kutup onu savaşa itmişti. Bir bütünden gelen iki ayrı kedinin verdiği bir savaştı, fakat aklında dönenler bu sefer basit bir rüya değildi. Zamanla bu çatışmaya alışmayı denemişti Portia. Biri çekerse, diğeri daha güçlü çekiyordu. Biri bırakır ise, diğerinin de elinden kayıp gidiyordu. Böylesine bir bütünün dengesizliği onu yıpratmıştı, savaşlardan bıkmıştı.
Gözlerinin karanlığı geride bırakmasıyla beraber önüne akan düşünceleri son buldu. Derin bir nefes aldı, saat gelmişti. Ellerini alkol ve gözyaşları ile kızıllaşmış yanağına koydu. Yanındaki kadehi kaptı ve içindeki köpüklü şarabın ekşi tadını yeniden dudaklarında hissetti. Bir anlığına boğazını yakan alkolün sonu gelince kristal kadehi hızla tırabzana geri bıraktı. Parmakları narince gözlerini okşadı, elleri yumuşak saçlarını kavradı. Koyu kahverengi gür telleri gecenin ışığında duman gibi kıvrılıyordu. Portia buna izin verdi.
Doğruldu ve yavaşça yürümeye başladı, odayı iyice geride bırakarak avlunun sonuna doğru adımladı. Kenarlara konulmuş kısa ağaçlar, tırabzanları esir almış sarmaşıklar ve yerleri boylamış kahverengi yaprakları geçti. Topuklularının zeminde bıraktığı sesler ve odadan ona ulaşan yavaş müzik birbirine karışmıştı. Çıplak bileklerini ve bağrını ısıran soğuk hava titrek nefeslerini düşmanca karşılıyordu. Portia uçuşan saçlarını kulaklarını arkasına sıkıştırdı ve çenesini dikleştirdi. Avlunun sonuna yaklaşınca hafifçe titredi. Kollarıyla kendisini sarmaladı, yine de birkaç adımı da tamamlayıp seralara bakan koridora döndü. O anda gözleri tırabzanlardan gökyüzüne doğru bakan oğlanı bulunca nefesini tuttu.
Kızı ne görmüş ne de duymuştu. Çenesinin biraz daha yukarısına denk gelen dağınık saçları rüzgarla beraber uçuşuyordu fakat oğlan bunu pek önemsemiyormuş gibiydi. Dirsekleri mermere yaslıydı, hafifçe eğilmişti. Kendisini arıyor gökyüzünde, diye düşündü Portia. Her zaman böyle yapardı.
Bedenini dikleştirdi ve kendine olan güvenini geri kazanmaya çalıştı. Ardından oğlana doğru adımladı. "Gelmişsin," Sesi kendisinin isteği dışında hafifçe titrese de oğlanın bunu fark etmemesini umdu. Dudaklarını birbirine bastırdı ve kardeşinin yavaşça ona dönüşünü izledi. "Sirius, gelmişsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black hanesi'nin savunması üzerine. marauders era!
Fanficportia black, denemekten vazgeçmese bile asla mükemmelliğe ulaşamazdı ve kendini boğduğu yalnızlıktan kurtulamazdı. 'the wraith, vol. 1' written by @truffautsfilm. fanfiction, harry potter. [12.11.2020]