03 | perfectionism.

470 46 16
                                    


EPISODE | THREE
PERFECTIONISM.

Melodiler ve notaların Portia'ya olan yakınlığı, en az okuma ve yazmanın ona olan uzaklığı kadardı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Melodiler ve notaların Portia'ya olan yakınlığı, en az okuma ve yazmanın ona olan uzaklığı kadardı. Kendisinin seslerle olan iletişimi yabana atılmayacak kadar kuvvetli ve yetenek gerektiren bir işti, o da bu özelliği genç kızın sayılı yeteneklerinden biri yapıyordu.  Ama işitsellik her zaman daha kuvvetli, daha ön planda değil miydi zaten? Hissetmekten çok kendi kulaklarıyla duyduklarına güvenmemeliydi mi insanlar.

O da tüm hayatını seslere göre kurmuştu. Bu nedenle her zaman bir adım önde olmalıydı. Babasının sözleri aklında yankılanırdı bazı zamanlarda, Onlardan daha iyi olduğunu göster, derdi. Bir Black gibi.  Portia bazen bunun kızamık, su çiçeği gibi bir hastalık olmasını dilerdi. Tılsımlı bir merhemin dokunuşuyla sağlığa kavuşmayı. Fakat hemen ardından böyle düşünmenin ve yakınmanın gereksiz olduğu kanısına varırdı.

Bay Slughorn'ın sınıfına doğru adımlarken aklında dolaşan tilkilerin kuyruklarına bu düşüncelerle bağlıydı, daha iyi olmak. Ellerini dağılmış saçlarında gezdirdi. Dün gece düşüncelerinin kapanmayan ağzı nedeniyle az uyumuştu ve ders dinleyecek havasında değildi. İksir dersliğinin kapısına yaklaştığında boğazını temizledi ve üzerine çekidüzen vermeye çalıştı. Gömleği, kravatı ve cübbesini elinin tersiyle birkaç kere silkeledikten sonra perçemlerini kenara attı. Kapıdan girdi ve dersliğe baktı, profesör daha varmamıştı. Normalde oturduğu yerin boş olduğunu görünce oraya doğru yürüdü. Genellikle pencerenin kenarında oturuyordu ve şu an sol yanı boştu, ona en yakın oturan arkadaşı Evgeny Igorevich Arazov ise o sandalyenin hemen yanında oturuyordu.

Okuyamamasına rağmen, her öğrenci gibi o da kitaplarını yanında taşımalıydı. Genelde yardım aldığından dolayı sıkıntı olmuyordu.
"Petya." Evgeny, kız yakınına oturduğu an ilgilendiği işi bırakıp ona seslendi fakat gözlerini kendi sırasından çekmedi. Genç adam hafif aksanlı konuştuğu İngilizce'de her geçen gün çok daha gelişmesine nazaran Portia'nın adını yanlış telafuz etme huyunu bırakamamıştı. Portia ise onu düzeltmeye gerek duymazdı, belki de bu yanlış anlaşılmadan zevk bile alıyordu. Bir kaç dakikalık tanımadığı biri olmak gibiydi biraz, zararsızdı.

"Evgeny, nasılsın?" Portia sırıttı ve içten sesiyle sarışın çocuğa döndü. Kolunu sandalyenin arkasına yasladı. Bir paletten alınmışçasına pürüzsüz duran kül beyazı teni, güneşin bir parçasını telleri arasında saklamış gibi görünen altın sarısı saçları ve içinde görülmesi zaman alan sarı halkalar bulunan kahverengi gözleriyle beraber Renoir'in fırçasıyla şekillenmiş bir figüre benziyordu Evgeny. Bunu kimsenin inkar edebileceğini düşünmüyordu Portia. Oğlan gülümsedi. "İyiyim, iyiyim. Sen peki?"

Portia başını hafifçe önüne çevirdi. "Daha iyi olmamıştım." Oğlanın parlak gözleri önündeki kitaba çevriliydi, yüzünde sakin bir ifade vardı. Fakat dudaklarına yerleştirdiği gülümseme daha farklı anlamlar barındırıyordu. "Kuzenlerin nasıl? Lestrange'lerin peşlerinden hala ayrılmıyorlar mı, yoksa tam tersi miydi? Oğlanlar mı kızların kuyruklarıydı?"

black hanesi'nin savunması üzerine. marauders era!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin