BÖLÜM 23

1.1K 140 94
                                    

Günler geçip gidiyor, takvimlerden yapraklar azalıyor, saniyeler dakikaları kovalıyordu aldığımız her nefeste. Üç yüz atmış beş gün dökülen yapraklar dolduruyordu zaman rehberini, bir yaş daha büyüyorduk ömrümüzden eksilen her bir senede.

Eksilen takvim yapraklarını saklamanın bir yoluydu bu seçim. Belki de bunlar zamanın acımasızlığına isyandı lakin tek bir takvim yaprağı yeterli miydi yaşananları zamanda çürütmeye? Azalan umutları, kaybolan hayatları, çekilen azapları nereye ekleyecektik? On dokuz yaşımda olan ben, halen on dokuzum da mı sayılmalıydım bunca olanlardan sonra? Seneyi dolduran takvim yaprakları ömrünü tamamlamadı diye zamanı durdurmuş, hep aynı yaşımda kalmış sayılır mıydım?

Hâlbuki daha yirmiyi göremeden, yirmi yıl yaşlanmıştım, tek eksiğim tel tel düşmüş ak saçlarımdı yüzüme. Gözaltı morluklarım, soluklaşan benizim, her daim parlayan okyanus gözlerimin ışığı sönmüş vaziyetiyle yaşlanmıştım ben. Ruhumda açılan derin yaralar dikiş tutmuyor, gecelerim gündüzlerden daha uzun geçiyor, mevsimlere mevsim ekliyordu. Hiçbir rakamın, sayının, yılın, yaşın, takvim yaprağının anlamı yoktu benim için. Ölümü bekleyen bedenim haricinde, ölümsüzlüğün yenilmez kahramanı olmuştum masal demeye dilim varmayan hikâyemle.

Pencere kenarımdaki minik menekşeleri suluyor, aklımın ucunda türlü türlü düşünceleri konuk ediyordum. Zeynep'in dün verdiğim ahşap kutuyu henüz ulaştırmış olabileceğini biliyordum. Yine de gözümü konağın karşısındaki çalılıklardan alamıyordum. Oda kapımda beliren ayak sesleri kulak kesilmeme neden olmuş, istikametin neresi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Tıklama sesi ile birlikte gelen ince ses adresin odam olduğunu gösteriyordu.

"Nazan Hanım burada mısınız? " dedi yardımcımız Yasemin.

Gelenin o olduğunu anlayınca rahatlamış, yine elinde bir bardak meyve suyuyla girmek için izin istediğini düşünmüştüm.

"Buradayım Yasemin, müsaidim girebilirsin. " dedim ve bir yandan menekşelerimi sulamaya devam ettim.

Odaya giren Yasemin'in boş ellerini görünce yönümü tamamen ona çevirmiş, ne için geldiğini anlamaya çalışıyordum.

"Nazan Hanım, bir kadın geldi mahalleden arkadaşınızmış, size sormadan içeri almak istemedim, bahçe masasına buyur ettim. "dedi.

Elimdeki su ibriğini sehpanın üzerine bıraktım. Bugüne kadar yanıma uğramayan hangi arkadaşım olduğunu düşünüyordum.

"İsmi neymiş Yasemin sormadın mı, nasıl biri? "dedim.

İpucu istiyor, hazırlıklı gitmem açısından yardımcı olmasını bekliyordum.

"Sordum tabi, isminin Cevriye olduğunu söyledi, pardösülü, kafasına da şal dolamış, ha bir de gözlükleri vardı, boyu da uzunca. Açıkçası hali tavrı bana tuhaf geldi biraz ondan içeri almadım. "dedi.

Şaşırmış fakat bunu Yasemin'e belli etmemeye çalışıyordum. Benim ne Cevriye diye bir dostum, ne de anlattığı tarife uyan bir tanıdığım vardı.

"Anladım Yasemin, sen git içecek bir şeyler ikram et ben geliyorum. "dedim.

Yasemin verdiğim talimatlar doğrultusunda çok da bir şey anlamamış, genç yaşının verdiği pembe yanaklarına kondurduğu gülümseme ile odamdan çıktı. Kimmiş bu anlayalım düşüncesi ile halen üzerimde duran sabahlığı çıkarmış, basma entariyi üzerime geçirivermiştim. Merdivenleri iniyor, meraklı halimden kurtulmak adına hızlanıyordum. Bahçe masasına doğru yöneldiğimde, bu Temmuz sıcağına rağmen kalın giyimli kişinin neden Yasemin'e tuhaf geldiğini anlayabiliyordum. İkram edilen soğuk şerbeti ağzında sarılı olan, indirdiği şal ucunun üstünden hararetli biçimde içiyor, diğer eliyle yüzünü serinletmeye yarayan hareketler yapıyordu.

GÜL AĞACI (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin