BÖLÜM 24

1.2K 138 91
                                    

Kusura bakma yüreğim, seni görmezden geleceğim. Susturacağım bütün ezgilerini, lal edeceğim dilini dut yemiş bülbül misali. Ağlamayacaksın avaz avaz, iyileştireceğim köhne hislerini. Kimseler dokunamayacak sana, koruyup kollayacağım seni. Gerekirse kaçıracağım seni rüyalarımdan, atacağım kuytu köşelere. Kilitlerime kilit ekleyeceğim yaklaşamasın sana hiç kimse.

Kendime vermiş olduğum sözü mırıldanıyor, çalılık duvarı üzerinden bana bakan Nedim'e koşmamak için kendimi tutuyordum. Şimdi olmazdı, olamazdı. Gücümü toplamışken, kararımı vermiş iken onu da bu çıkmaza sürükleyemezdim. İkimizi taşıyacak ne gücüm ne de onu amansız bir tehlikeye atacak cesaretim vardı. Duygu bencilliğini bırakmalıydık ikimizde, ömrümden ömür vereceğim adamı kendi ellerimle yok edemezdim. Kuyruğuna bastığım Mahir'e, sevdiğim adamı yem edemez, karnımdaki bebeğimle ona asla sığınamazdım. Benim için şifa olacak bebeğim Nedim'in engereği olur, şeytanlar tarafından acımasızca taşlanmasına sebep olurdu. İki masumun hayatı da benim ellerimdeyken, lafı bile olmamalıydı duygularımızın.

Acımı kalbime gömdüm, "Affet beni ilk ve son aşkım, affet. "dedim kendi kendime. Gözlerim Nedim'e ağlıyor, yüreğim karşısında çaresiz kaldığım için kıvranıyordu. Put gibi duran Nedim hiç hareket etmiyor, yaşadığı şokun etkisiyle sadece bana bakıyordu. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı birbirimize olan bakışlarımızda. İkimizde sustuğumuz kadar var olmayı seçmiş, sustuklarımıza gizlediklerimizle kalplerimizi tokuşturmayı öğrenmiştik. Belki bir ayrılık türküsü, belki sonun başlangıcıydı bu veda sahnesi. Günahkâr hislerimizin, çıkmaz sokağına hapsolmuştuk. Sevda isteyen gönlümüz günahkâr, olur olmaz yerde yaş döken gözlerimiz günahkâr, zalimlere avuç açan dünya denen meret hepten günahkârdı.

Herkese koşarken kendime geç kalmışlığımın telafisi yoktu. Önce kendimi iyileştirmeli, sonra sevdiklerime şifa deryasını sunabilmeliydim. Gün doğumunu zorlayan güneş, Nedim'in güçsüz düşen bedenini oturduğu taş duvarda aydınlatıyor, pencere pervazıma dayadığım başımın üzerinden gardırobun aynasına yansıyordu. Bütün gece birbirimizi izlemiş, tek kelime etmeden görünmez selamlar yollamıştık yüreklerimize. Bedenlerimiz ayrı düşse de ruhlarımızın baki zincirleri tutunmamızı sağlamıştı gamsız geceye.

Nedim'in oturduğu duvardan yola sıçramasıyla hiç ayırmadığım gözlerim irkilmiş, pervaza yaslı duran başım hazır duruşa geçmişti. Gittikçe gökyüzü aydınlanıyor, gecenin karanlığına saklanan bedenler gün yüzüne çıkıyordu. Başı eğikti. Gözlerinden akan yaşlar yenilmişlik yahut kaçış değildi, beni acıtmamak, dikenli yollarda yürütmek zorunda kalmamak adına sitemiydi hayata karşı gözyaşları. Haykırış dolu bir kabulleniş, rüzgarsız bir fırtınaydı iskelet sisteminin yer çekimine meydan okumaya çalışan omuzları. Attığı her adım sahipsizliğe, evim dediği bensizliğe sürüklüyordu. Mercan yeşili gözlerine gömdüğü aşkıyla arşınlamaya başlamıştı yolları.

"Ömrümün son demi, her şey bizim için. Sana bekle demeye hakkım yok, seni sonunu bilmediğim bir maceraya sürüklemeye hakkım yok biliyorum. Sessiz fısıltılarım çağlayan bir nehir olsun ulaşsın sana, ayrı şiirlerde yazılmak değil arzum ne olur beni anla. " diye mırıldanıyor, ardı sıra giden Nedim' e gönlümden kopup gelen fakat onun duyamayacağı bekle temennilerini yolluyordum.

Köşeyi dönmek üzere iken son bir bakış yolladı bana, ömrümde unutmak istemeyeceğim, istesem de çivi ile zihnime yazılan derin yaralar açmış, silinmemek üzere imzasını atmıştı.

"Hoşça kal sevgilim, hoşça kal. " dedim ve titreyen ellerimle pencerenin üzerine kırmızı fon tülü çektim. İnsanoğlu alışıyordu her şeye, bunun alışılacak tarafı yoktu fakat katlanmayı göze almıştım, kendim için, bebeğim için, Nedim için.

GÜL AĞACI (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin