4: "KARDEŞ"

400 34 2
                                    

Düzenlendi √

"T-t-teşekkür ederim." diyebildim kırık çıkan sesimle.

Sonra kaşları çatıldı. Yanağıma baktığını görünce elimi yanağıma götürdüm. Elime değen yaşları usulca sildim.

"İyi misin?" Sanki bu soruyu sormak zorunda olduğu için değil de gerçekten merak ettiği için sormuştu.

Başımı evet anlamında salladım. Buna inanmadığına emindim. Üç saniye kadar çatık kaşlarıyla yüzümü inceledikten sonra, "Bana soracak olursan, bu halde derse girmemelisin." dedi ve gülümsedi. Sanki mutlu olduğu için değil de beni ikna etmeye çalıştığı için oynatmıştı yüzündeki kasları.

Ben ifadesiz bir yüzle ona bakıp cevap vermeyince, "Tabi neden bana sorasın ki." diye geçiştirirken anahtarlığı cebine sıkıştırıyordu.

Tam kantine doğru dönerken kolunu tuttum ve kendimi tam karşısına sabitledim.

"Kabalık etmek istemem ama babam bu konular da fazlasıyla hassas." derken elim hala kolundaydı. Gülmeye başlayınca hemen elimi çektim, neden güldüğüne anlam veremeden bende kaşlarımı çattım.

Çatılan kaşlarımı fark edince durdu ve açıklama yaptı, "Sadece derse girmemeni söyledim seni bir yere davet etmiyorum."

Benim babamı kesinlikle tanımıyordu.

"Babam için derse girmemek bir erkek arkadaşımla dışarı çıkmaktan daha kötü ve cezasız bırakılmaz."

Şaşırmış gibi bir ifade takındı. Ama uzun sürmedi. Dört saniye kadar sessizce durduktan sonra elimi uzattım, "Galiba yenisin, ben Asya Barlas." dedim. Elimi sıkarken, "Evet yeniyim, bende Aras Gürlek" dedi ve gülümsedi.

Az önceki gibi ifadesiz bakıp genç adamı kaçırmak istemiyordum. Bende gülümsedim.

Üstüne oturan, kareli, mavi ve siyah tonlarındaki gömleğinin kollarını kıvırmıştı. Sabahki montu elindeydi ve çantası yoktu. Ben ise hâlâ üstümdeki kabanımı ve çantamı çıkarmamıştım. Sınıfın son dakika haberi olmasaydım belki sıcacık pencere kenarındaki sıramda kitap okuyor olurdum. Ama o zaman da Aras'la tanışamazdım. Aras. Ne kadar da farklı bir isimdi. Eve gidince ilk işim anlamını araştırmak olacaktı.

"Kitaplarımı alabilir miyim?" dediğinde neyi kastettiğini anlamamıştım. Gözüyle kolumu işaret edince az önce yere serilen kitaplarını kolumda tuttuğumu fark ettim.

Kitapları uzatırken, "Kusura bakma, unutmuşum, al, işte kitapların." dedim ve sırıttım.

Bir anda hafif bir mide bulantısı yaşadım. Olduğum yerde durdum ve elimi başıma götürdüm. Görüşüm bulanıklaşırken kitapların yere düşerken çıkardığı sesi duydum. Koridorda sadece Aras ve benim olduğumu düşünürsek belime kayan el Aras'a ait olmalıydı. Ve karanlık.

Gözlerimi araladığımda okulun küçük kliniğindeydim. Acil durumlar için yapılmış küçük bir hastane gibiydi. Saatlerdir uyumuş gibi mayışmıştım. Karşımdaki hemşirenin sırıttığını görünce gözlerimi iyice açtım ve yatakta doğruldum.

Arkama bir yastık yerleştirmeye çalışken, "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Asya hanım?" diye sormayı ihmal etmedi.

Burası özel bir okuldu. Küçükkaya Koleji için çalışanlar, öğrencilere oldukça saygılı davranıyorlardı. Kesinlikle abartıyorlardı. Abartmak diyince aklıma sabah ki gereksiz kavga takıldı. Dağhan'ın beni böyle terslemesine şaşırmıştım. Amacı bana kaba davranan birini uyarmak değil miydi? İşte şimdi saçmalamıştım. Benden Dağhan'a ne ki? Onun tek amacı dikkat çekmekti.

Aslında onu yıllardır tanıyordum ama özde değil sözde. Sadece dışardan biliyordum kim olduğunu. Kişiliğini az çok tahmin etsem de tanımıyordum işte.

İçeri genç bir adam girince en son olanları hatırladım. Bayılmıştım. Beni buraya getiren genç adam şimdi tam orada, kapıda dikiliyordu. Aras Gürlek. Sadece bir kaç dakika önce tanıştığım genç adam.

"Bir şeyler yemelisiniz. Buraya getirmemi ister misiniz?"

Az önce sorduğu soruya yanıt vermediğim halde en ufak bir kırılma ya da gücenme olmadan ikici soruyu soran hemşireye dik dik baktım.

Bana aldırış etmeden "Buraya getirin lütfen." dedi kadifemsi ses. Buna benim karar vermem gerekmez miydi?

Hemşireye dönüp, "Gerek yok, kantine gidebilirim." derken gözucuyla Aras'a baktım. Yine kaşlarını çatmıştı.

 
Hemşire kafasını sallayıp dışarı çıkarken Aras, kapının önünden çekilip bana biraz daha yaklaştı. Ama hâlâ aramızda oldukça mesafe vardı.

Kafasını öne eğdi ve elindeki anahtarlıkla uğraşırken, "Bayılmanın sebebi sabah kahvaltı yapmamış olman." dedi. Sonra kafasını kaldırdı ve muzip bir ifadeyle, "Bünyen bu kadar zayıf mı?" diye sordu.

Babamın hassas olduğu noktalardan bir diğeri daha. Bu sabah geç kaldığım için kahvaltı yapamamıştım. Açlıktan mı bayıldım yani?

Sorduğu soruyu düşünmeye başladım. Haklıydı, bünyem cidden zayıftı. Ama bunu bana babam yapmıştı. Bir şekilde her sabah kahvaltı yaparak okula gelmeye başlamıştım. Bunun beni zinde tutacağını, dersleri daha iyi anlayacağımı söylerdi. O zamanlar ona hak verirdim. Ama şimdi keşke bu kadar da alışmasaymışım diyordum.

Karşımda dikilen genç adamın varlığını hatırlayınca düşüncelerimi başka bir zaman tekrar düşünebilmek için yakın bir yerlere kaldırıp "Öyleymiş." dedim.

Yataktan kalkıp sandalyedeki kabanımı ve çantamı alıp kapıya yöneldim. Yanından geçerken, "Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim." dedim ve odadan çıktım. Kliniğin küçük koridorunu da aştıktan sonra nihayet klinikten çıktım.

Kantine girdiğimde masaların boş olmasıyla dersin başladığını anladım. Harika, babamın eline malzeme vermiştim. Bir hafta dilinden kurtulamazdım artık.

Kabanımı bir sandalye asıp çantamı masaya bıraktım ve oturdum. Çantanın içi bayağı kalabalıktı. Cüzdanımı bulmam için bir ömür geçmesi gerekti. Kafamı yaklaştırdım ve aramaya başladım. Kendi kendime söylenirken biri tam karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Kafamı kaldırdığımda, yüzündeki yeni çıkmaya başlamış sakallarının bile özenle yerleştirildiği genç adamla karşılaştım. Masaya bıraktığı iki tost ve bir bardak çaydan buhar çıkıyordu. Bir pakette kakaolu süt vardı.

"Bana mı aldın?" dedim inanamayarak. Tanışalı sadece yarım saat oluyordu belki de. Gerçi Dağhan'la hiç konuşmamamıza rağmen benim yüzümden kavga çıkarmıştı. Bu düşünceden sonra saçmalama Asya, seninle bir ilgisi yok, her şeyin merkezi sen değilsin diye kızdım kendime.

"Sütü sana aldım, istersen tostun birini de sana verebilirim." dedi ve sırıttı. Sonra devam etti, "Ama dikkat et, sıcak, ağzında yaralar çıkar mazallah."

Resmen bünyemle dalga geçiyordu. Kızsam da gülmeden edemedim. Karşılıklı kahkahamızdan sonra tostlarımızı yedik. Lokmalarını çiğnerken alnının kenarlarındaki kasların anlaşarak bir düzen içerisinde hareket ettiğini düşünmeden edemedim.

Yanımdaki sandalyeye koyduğum çantamdan selpak çıkarırken biri Aras'ın yanına oturdu ve kolunu omzuna attı. Selpakla ağzımı silerken gelenin Dağhan olduğunu fark ettim. Gözlerim irileşirken Aras'ın yüzündeki bütün organlar gibi özenle yerleştirilmiş kaşları çatılmıştı. Dağhan ise gülüyordu. Sert ifadesinden ödün vermeden gülüyordu. Sanki eğlendiği için değil de acıdığı için gülüyordu. Gözleri gerçek rengini almıştı ama koyulaşmıştı.

Sonunda gülmeyi kesti ve sert sesi tüm kantini doldurdu, "Demek kardeşimle tanıştın." dedi bana bakarak.

 
Sonra kafasını Aras'a doğru eğdi, "Seni baştan uyarayım kardeşim kendisi biraz asabi. Pek sana göre değil." dedi ve tekrar gülmeye başladı.

Kesinlikle tanıdığım en sinir bozucu insan Dağhan Seçkin'di.

Bir saniye, kardeşin mi?

S A F İ RHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin