5: "EN YAKIN"

379 30 2
                                    

Düzenlendi √

Anlamaz gözlerle Aras'ı incelerken Dağhan gülmeyi bırakıp ciddileşti. Ciğeri kapmış kedi misali bakışlarıyla ayağa kalktı. Bilmiş bir tavırla, "Keyfinizi kaçırmak istemezdim ama Asya tekrar sormadan ben söyleyeyim, Aras benim abim." dedi ve gözden kayboldu.

"Kardeş misiniz?" dedim inanamayarak. Aras masadan kitaplarını aldı ve ayağa kalktı.

"Sanırım artık iyisin. Sınıfa çıkabilirsin değil mi?" Beni duymamış mıydı?

"Sadece küçük bir baş dönmesi" diye geçiştirdim.

"O halde kendine daha iyi bak. Görüşürüz." derken benden uzaklaşıyordu. Bunların derdi neydi?

Aras kantinden çıkınca zil çaldı. Zamanlaması mükemmeldi. Kantinde tek başıma kalmıştım. Olanları düşünüp değerlendirmeye çalıştım.

Aras bana soyadının Gürlek olduğunu söylemişti. Dağhan'ın soyadının Seçkin olduğunu herkes biliyordu. Benimle dalga mı geçiyorlardı? Üstelik hiçbir benzerlikleri de yoktu. Dağhan, uyuz, gıcık ve ukalaydı. Oysa Aras kitap okuyan sakin bir genç adamdı. Kardeş olmaları imkansız gibiydi.

"... Öyle değil mi Asya?"

Düşüncelerimden kurtulmam için kafamı sallamam gerekti. Sadece bir kaç dakika önce genç adamla tost yediğimiz masanın etrafındaki sandalyelere oturan insanlara göz gezdirdim ve sesin Açelya'ya ait olduğu kanısına ulaştım.

Onları dinlemediğimi belli eden bakışlarımla, "Ha? Ne oldu?" dedim.

Açelya masaya doğru eğildi ve söylediklerini tekrar etti, "Dağhan fazla kavgacı ve ukala biri değil mi diyorum?"

Haklıydı. Amacı sadece çevreye zarar vermekti sanki. Ama şimdi cidden onu düşünmek istemiyordum. Zaten uykusuz ve yorgundum. Birde ona kafa yoramazdım. Sustum.

Masada, Erdem, Rana, Yiğit, Açelya ve Selin oturuyordu. Sınıfta dedikodumu çıkaracak son insanlardı. Amaçları sadece eğlemek olsa da o anki ruh halim yüzünden alınmıştım. Dağhan yüzünden. Çünkü beni terslemişti. Yine mi Dağhan? Hadi ama!?

Rana, zarif görüntüsünden ödün vermeden, "Annen iyi ki de çarpmış kolu kırılasıcaya." dedi ve gülmeye başladılar. Hatta kahkaha atıyorlardı. Bende kıkırdamadan edemedim. Masada ki herkes katıla katıla gülerken Erdem'in olaydan haberi olmadığını fark ettim. Anlamadığı her halinden belliydi. Açıklamak için bende masaya yaklaştım, "Annem havaalanından gelirken Dağhan'a arabayla çarpmış."

Rana kahkahaları arasından, "Kolu neden alçıda sanıyorsun?" dedi ve gülmeye devam etti.

Erdem kaşlarını kaldırarak, "Çünkü onu dövdük." dedi.

Aslında soru sormamıştı ama Erdem cevap verince herkes dikkat kesildi. Açelya şaşkın bir ifade takınırken benim yüzümün aldığı korkunç ifadeyi görmek istemezdim.
Erdem kollarını yanlarına açarak, "Ne? Dövemez miyim? O kadar mı güçsüz görünüyorum?" Dedi.

Açelya kolunu indirdi ve kafasını omzuna koydu, "Tabi ki döversin." dedi. Vıcık vıcık aşk vardı burada. Ama şu an asıl dikkat etmem gereken nokta, Dağhan'ın kolu annem çarptığı için çatlamamış mıydı?

Yüzümde ki ifade hâlâ değişmemiş olacaktı ki Erdem, "Dağhan'la kavgalıydık zaten. Çok önceden." duraksadı, sonra devam etti, "Kız meselesi işte." dedi.
Açelya kafasını kaldırdı ve daha dikkatli dinlemeye başladı.

"Arkadaşlarla kafeteryada bir şeyler içiyorduk. İçeri girdi ve küfürler savurmaya başladı. Beni fark edince yanıma geldi ve yakama yapıştı. Bende haddini bildirdim." göz kırptı ve arkasına yaslandı.

"Bizden kaçarken arabanın önüne düştü. Bilerek yaptığına adım gibi eminim. Dayak yedi ama gururuna yediremedi." dedi ve güldü.

Bunları anneme anlatınca ne kadar da rahatlayacağını düşündüm. Dağhan haklıydı, annemin bir suçu yoktu, kendi sersemliğiydi.

Sonra ki bütün derslere girdim. Gün boyunca Dağhan ve Aras'ı hiç görmedim. İkisi de bizim sınıfta değildi. Bu iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi, hiç bir fikrim yoktu. Günün sonunda olanları anneme anlatmak için iş yerine gitme kararı aldım. Bütün öğrenciler okuldan çıkarken çantamdan telefonumu çıkarıp, kilit tuşunu açtıktan sonra babamı aradım. Annemin yanına gideceğimi söyledim. O da akşam misafirlerimiz olacağını ve dışarıda oyalanmamam gerektiğini söyledi. O kadar uykum vardı ki büyük bir ihtimalle yemek bile yiyemeden uyurdum.

Annem başarılı bir iç mimardı. Özel bir şirket için çalışıyordu. Demirhan Holding, müstakil ev inşa ediyor, annem gibi iç mimarlarda evin içini düzeniyle ilgileniyordu. Kendinden mobilyalı evlerden birini de biz satın almıştık. Tabii annemle babam boşanınca annem yeni bir tane daha almak zorunda kaldı. Babamla ben ayrı, annem ayrı bir evde yaşıyordu. Yaklaşık beş aydır böyleydi.

Şirketteki kendi dekor ettiği odası huzur doluydu. Buraya gelmek için fırsat kolladığımda bir gerçekti.

Şirket okula yakın olduğu için yürüyerek gidebilirdim. Ana yola geldiğimde kaldırıma çıktım. Ellerim kotumun cebinde çantam sırtımda sallana sallana yürüyordum. Siyah bir araba yanımda durdu ve penceresini açtı. İlk önce aldırış etmedim ve yürümeye devam ettim. Araba da benimle birlikte ağır ağır ilerlemeye başlayınca peşime takıldığını hissettim ve içimi ufak bir korku sarmıştı. Simsiyah olan bu arabanın içinde mafya olabilirdi. Organlarımı alıp satmak isteyen kötü doktor da olabilirdi. Belki de babamın düşmanlarından biriydi ve beni öldürüp cesetimi babama gönderecekti. Bu düşüncelerden sonra ne kadar hayalperest olduğumu fark ettim, ve gülümsedim. Ne saçmalıyordum ben böyle?

En sonunda durup arabaya döndüm ve "Ne istiyorsun?" diyiverdim.

Kafasında ki küçük sihirbaz şapkasıyla yüzünü kapatmıştı. Kim olduğu tahmin etmek imkansızdı. Kalın bir tınıyla, "Küçük hanımı istediği yere bırakmak için buradayım." dedi.
Harika, babam şimdi de şoför mü tutmuştu?

"İstemez." diye geçiştirdim ve yürümeye devam ettim. Araba kapısının açılıp kapanma sesini duydum ama aldırış etmedim, peşimden gelecek hali yoktu ya.

Bir el kolumu kavrayınca kimin tuttuğuna bakmak için arkama dönecekken el kolumu bıraktı ve bu seferde belime kaydı. İsteksizce kollarımı boynuna doladım çünkü beni kucağına almıştı ve dönüyordu, düşüp bir yerimi kırmak en son isteyeceğim şeydi. Gözlerimi sımskı kapattım. Nihayet dönmeyi kestiğinde gözlerimi tekrar açtım. Beni böylesine korkutan, heyecanlandıran ve kızdıran adama baktım. Şapkasını çıkarmıştı. Sıcacık bakışlarıyla gözleri kahverenginden çok altın sarısı gibiydi. Ama biraz daha koyuydu. Saçının önünü kaldırmıştı. Açık kahve saçları oldukça havalı görünüyordu. Siyaha yakın lacivert renginde gömleğin üstüne kot ceket giymişti. Her zaman ki gibi göz alıcıydı. Her zaman ki gibi havalı ve dikkat çekiciydi. Oldukça yakışıklı görüntüsü yüzüne de yansımıştı. Yüzündeki gülümseme artık can yakıcı bir hâl almıştı.

Gerçek sesiyle, "Selam." dediğinde sesini bile özlediğimi fark ettim. En yakın arkadaşımı ne kadar da çok özlemiştim.

Beni heyecanlandıran, korkutan, kızdıran ve hep mutlu eden adam Kayra Küçükkaya'ydı.

S A F İ RHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin