Merhabalarrr Nasılsınız? Umarım iyisiniz ve mutlusunuzdur. Olan bütün dertlerinizin geçmesi dileğiyle.
Bu arada böyle selamla başlamak wattpad'de çok yaygınmış o yüzden ben de böyle başlamak istiyorum.
Her neyse iyi okumalar dilerim.Çağatay'ı gördüğümde 2 kez bakmam 3 kez anlamam gerekti. Yüzüyle, gözüyle bu gerçekten bizim afacan Çağatay'ımızdı. Onu gördüğüm an yaşadığımız her bir anı gözlerimin önünden geçen saliselerin önemini anlatmak ister gibi kesitler halinde geçerken, zamanın akışında yolculuk yaptığımı zannettim. Parmaklarım eski anılarımızla dolup taşmış olan bir romanı görmüş ona biran önce ulaşmak istiyor gibiydi. Beraber takılmalarımız, kaytarmalarımız, gülüşmelerimiz, yaramazlıklarımız hepsi tek tek beliriverdi karşımda. Sanki yazdığım ve tozlanan bir günlüğümü okuyordum, o his ve bu his biraz benzeşiyordu. Çağatay'ı gördüğümde sebepsiz yere gülmeye başlamıştım ama şaşkın bir biçimde, işin güzeli o da gülmeye başlamıştı, aynı eskisi gibi gülüyordu, güldüğünde bütün herkesin ona dönüp "Boğuluyor mu acaba?" diye sorguladığı bir anı geldi gözlerimin önüne. Onun da beynine eski anılar hücum etmişti, dalmışlardı büyük harflerle "GİRİLMEZ" yazan mühim olan bilinç altının derinliklerine ve mutluydular. Vay be. Şu an diyebileceğim tek şey buydu, vay be!
Hilal' in yüzünde yine Hilal bakışı vardı yada herkesin mutlu olduğunda edindiği bakış, merak dolu ama duyacaklarından heyecanlı olan bakış, eğleneceğini bilen ama bulunduğu ortamdan nefret eden bakış, kafası başka konularla dert içindeyken kafasını boş tutmak isteyen bakış vardı güneşin vuruşuyla rahatsız olmayan gözlerinde. Daha nasıl tarif edebilirdim ki? Tipik Hilal bakışı. Çağatay heyecanlı, heyecanlı kendisini tanıtırken ben de ne diyeceğimi düşünüyordum. Sis içinde havada hem anlamlarıyla ayrı, hem de ulaşılabilirlikleriyle ayrı olan kelimler süzülüyordu. Ama sis içinde kaybolduklarından zerre bir şey anlamıyordum. Bazı zamanlar olur hani insan ne diyeceğini bile unutacak şekilde heyecanlanır ya, işte tam şu an öyleydim.
"Kuzey be oğlum bu sen misin? Bayağı uzamışsın oğlum, beni geçeceksin yakında, "dedi şaşkın bir tonda beni merakla incelerken. Kahkaha patlattım, benimle 'küçük adam' diye şakalaşan Çağatay Bey benim onu geçeceğimi söylüyordu, yok daha neler?
"Eskiden öyle demiyordun ama," dedim cevabını beklerken. Gerçekten ama eskiden kendi içimizde bana 'küçük adam' diyordu. Teşekkür ederim ki bana 'küçük adam' lakabıyla başkalarının yanında seslenmemişti. Tabi ki de seslenmemişti eğer aklının ucundan dahi geçirseydi neler olacağını biliyordu çünkü. Gülümsedim. Güzel anılardı.
"Eskiden böyle değildin ama," dedi gülerken. Bende gülüyordum, eskiden birazcık kısaydım, sadece birazcık. Çağatay Hilal'e merakla döndü,
"Kuzey' in taktiğini biliyor musun?" diye sordu. Kurnaz şey. Hilal tam nasıl uzadığımın taktiğini verecekken -merak etmeyin spor ve sağlıklı beslenme bunun formülü- onu susturdum.
"Seni çakal seni," dedim kıkırdarken," Boy atmış olamaz mıyım ben şimdi?" diye sordum.
"Boy atmış olamazsın sen," dedi şakacı bir kararlılıkla. Kısa boylu olanlar genelde büyüdüklerinde boy atarlardı, ama o beni o kadar iyi tanıyordu ki vücudumun boy atmış olmasının imkansızlığıyla şakalaşıyordu.
"Biliyor musun bir ara beni Kuzey' in ağabeysisi zannetmişlerdi," dedi Hilal'e doğru, kahkahalarının arasından. Hilal de gülmeye başlamıştı şimdi. Oh ne güzel beni alay konusu yapmışlardı.
"Çağatay da, fazla abartmalarıyla ünlüdür zaten," diye mırıldandım. Bir ara küçük bir kız sormuştu o kadar, küçüktü yani, nereden bilsin? Biliyorum komikti ama şu anda gülmek gururumu mutlu etmezdi. Çağatay o kadar gülmüştü ki soluklanma ihtiyacı duymuştu. Bizim Çağatay derken bunu kastetmek istemiştim, herkese çocuğunun doğum fotoğrafını gösteren bir anne figürünü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yabancılar
خيال علميYabancılar... Bir o kadar ulaşılamaz ama bir o kadar da burnumuzun dibinde, kafamızı oynattığımızda bulabileceğimiz olan o kelime... Kuzey Dora ve ablası Hilal Dora, evrenin güzelliğine aşık bir şekilde, en istedikleri ve en tehlikeli meslek olan as...