3.Bölüm

64 2 0
                                    

Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın...

Gecikme için özür dilerim... İyi okumalar...

Eylül

Sesler. Yüksek sesler. Derinden gelen yüksek sesler. Beynimin içinde yankılanıyordu. Her yer karanlıktı ama beynimin içinde yankılanan sesler geçmişten gelen anıları gözümün önüne seriyordu. 

Gözümün önünde yedi yaşımdaki halim canlandı. Daha sonra yetimhane duvarlarında tekrar tekrar yankılanan seslerim. Seslerimiz. Canımızı her yaktıklarında ağzımızdan çıkan acı seslerimiz.

Birden bire onu gördüm. Pantolonunda ki kemeri çıkarıyordu. Çocukluğumun katillerinden biriydi o da. İlk hatırladığım anılardan itibaren kendimi yetimhane müdürünün dayaklarına kurban edilmiş olarak hatırlıyorum.

Kendimi bildim bileli hep korkmuştum onlardan. O ikisinden. Biri hayatımın başından itibaren tüm yetimhaneyi dayaklarına, işkencelerine mahkum etmişti ama diğeri...

Diğeri, ikinci müdür ben on yedi yaşımdayken gelmişti yetimhaneye. Reşit olup o pislik yuvasından kurtulmama bir kaç ay kala gelmişti. Bana hayatımın lanetini yaşatmıştı. Beni bitmeyen bir acının, korkunun, ateşin içine atmıştı. 

Evet korkuyordum yaşadıklarımdan korkuyordum. Yaşadıklarımı tekrar yaşamaktan korkuyordum. Bu yüzden kendimi herkesten uzak tutuyordum. Yanımda olmasına izin verdiğim bir kaç kişi vardı. Bunlarda en yakınlarım dediklerimdi. Hayatıma girdiklerinden itibaren koşulsuz şartsız yanımda olanlardı. 

Damla ve Anıl. Kardeşlerimdi onlar benim. Aileleri de onlar gibiydi. Beni korumuş, sevmişlerdi. 

Ne gariptir ki yaşadıklarım bir bir beynime dolduğunda eskiden en yakınım olandan bile korktuğumu hatırladım. Sahi Semih'in o adamla ne işi vardı. Onun Semih'i kurtardığını söylemişti. Peki Semih'te onunla beraber büyüdüyse o zaman Semih'te onun gibi miydi?

Gözümün önünden geçen küçüklük hallerim keskin bir ışığın gözlerimi acıtmasıyla beraber yavaş yavaş yok oldu. Gözlerimi kırpıştırarak açmaya çalıştım ama beyaz ışık o kadar güçlüydü ki her gözlerimi açma girişimde gözlerim daha çok kapanıyordu sanki. 

En sonunda gözlerimi açabildiğimde tavanda ki floresan lambayla karşılaştım. Başım ağrıyordu. Yutkunmaya çalıştığımda boğazımın acısı buna engel olmuştu. Elimi kaldırıp boğazıma götürdüm. Canım yanıyordu. Dokunduğum yer çok acıyordu.

Nerde olduğumu kavramaya çalıştım. Hastane odasıydı burası. Peki neden kimse yoktu?

Yavaş bir şekilde doğrulup oturdum yatağın üstünde. Koluma taktıkları serum bitmişti bende yavaşça çıkardım. Etrafa baktığımda yatağın yanında yerde duran ayakkabılarımı gördüm. Uzanıp aldım yerden ve yavaşça giymeye başladım. Başım azda olsa dönüyordu. Ayağa kalkığımda gözüm kararsa da dengemi sağlayıp bir iki saniye kendime gelmeyi bekledim. 

Gözümün kararması geçince temkinli adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Kapının kolunu indirip kapıyı açtım. Dışarı adım attığımda sağ taraftan gelen tanıdık sesle o tarafa döndüm. Karşımda Anıl, Damla, Semih ve o vardı. Arkaları bana dönüktü ve doktorla konuşuyorlardı. Doktor ise beni fark ettiğinde konuşmasını bitirip yanıma doğru gelmeye başladı. 

"İyi misiniz Eylül hanım?" suratında ki hafif tebessümle konuşuyordu. İfadesiz bir şekilde sadece kafamla onayladım onu. 

"Eylül güzelim." Anıl'ın bana sarılmasıyla beraber bende kollarımı ona doladım. İşte bu çok iyi gelmişti. Gözleri kapatıp başımı omzuna yasladım. En azından şimdi huzurluydum ve güvende hissediyordum ama onun varlığının burada olduğunu bilmek bile beni tedirgin ediyordu.

Gündüz ÇiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin