Bölüm 13 - "how unfair, it's just our love."

1.3K 99 62
                                    

Sinan, karaya ilk adımını atmasıyla hafifçe sendeledi. Osman'la beraber vapurdan inmiş, okula doğru yürüyorlardı. İkisi de ellerinden geldiği kadar okula gitmekten ve olacaklar yüzleşmekten kaçınmıştı, ancak daha fazla kaçmaları mümkün değildi. Yoksa Bok Necdet onları okuldan atamadan devamsızlık yüzünden kalacaklardı. Karşılarında uzanan dik yokuşu çıkmaya başladıklarında, Sinan ayaklarının geri geri gittiğini hissediyordu. Osman'la baş başa geçirdikleri günlerin güzelliğini şimdiden özlemişti. Uzun süredir yüreğini kaplayan boşluk, yanındaki adamın varlığıyla biraz olsun kapanıyordu. Geçtiğimiz birkaç günde yalı, çocukluktan beri sıkıştığı, bomboş ve soğuk bir zindan olmaktan çıkmış; yaşayan, nefes alan bir yuvaya dönüşmüştü. Farkında olmadan gülümseyerek sol tarafında yürümekte olan Osman'a baktı. Onun da kendi düşüncelerinde yüzdüğünü görebiliyordu. Elleri ceplerinde, bakışlarını önünde uzanan asfalta ve adımlarına kilitlemiş yürüyordu. Osman'ı düşüncelerinden çekip çıkarmayı çok istese de buna gücünün yetmeyeceğini biliyordu. Endişelerini yok edecek, korkularını fethedecek gücü yoktu. Biliyordu, çünkü Osman'ın korkuları aynı zamanda kendi korkularıydı. Kerem, olanları tüm okula duyurmuştu. Okula girdiklerinde ne olacağını ikisi de bilmiyordu.

Sinan, her zamankinden farklı olarak görünür olmaktan korktuğunu fark etti. Hayatı boyunca görünmez olmaya çalışmıştı. Mümkün olduğunca silik ve gri olmak istemişti. İnsanların düşüncelerinden böyle sıyrılabileceğine inanıyordu, fark edilmemeyi başararak. Bu defa üzerindeki kalkanın var olmayacağını biliyordu. Tüm bakışlar onun üzerinde olacaktı, herkes onu konuşacaktı. Derin bir nefes aldı.

Okula doğru giderek yaklaşıyorlardı. Çıktıkları yokuş bittiğinde ikisinin de ayakları istemsizce sağa doğru dönmüştü. Okulun olduğu sokağa girmişlerdi artık.

Osman ise görünür olmaktan korkmuyordu. O, hep göz önündeydi zaten. Senelerdir, adının bilinmesinden, tanınmaktan hoşlanırdı. Bu, onu güçlü kılardı. İnsanların gözünde sahip olduğu imaj, onun zırhıydı ve kılıcıydı. Onu koruyordu. Oysa şimdi, özenle inşa ettiği düşüncelerin paramparça olduğunu biliyordu. Artık o insanların saygı duyduğu, imrendiği Osman değildi. İbne Osman'dı, yumuşak Osman'dı. Yutkundu.

Okul binasının gördüklerinde ikisi de durdu. Osman, yavaşça Sinan'a döndü. Bir şey söylemesine gerek olmadığını biliyordu. Zaten günlerdir kendilerini buna hazırlıyorlardı. Acıyla gülümsedi. Seni bundan kurtarabilmeyi isterdim Sinan diye geçirdi içinden. Ama dünya benden daha güçlü. Osman'ın gülümsemesine karşılık veren Sinan, kısık bir tonda konuştu.

- "Akşam görüşürüz."

Okulda beraber görünmeyeceklerini biliyorlardı. Osman başıyla onayladıktan sonra hızlı adımlarla okula doğru yürüdü. Sinan, Osman'ın okula girdiğini gördükten sonra birkaç dakika daha bekledi ve hafifçe bahçeye doğru hareketlendi.

***

- "Bilmem gereken bi' şey var mı?"

Osman avucundan çıkardığı fındıkları karşısında duran güvenlik görevlisine uzatmıştı. Ellerinin titrememesi için çaba gösterdiğini fark etti. Adam nasıl tepki verecekti? Olanları o da duymuş muydu? Bilinmezliğin getirdiği korkunun her şeyden büyük olduğunu düşündü. Karşındaki düşmanla savaşabilirdi, ama savaşması gereken şeyin ne olduğunu bilmemek onu öldürüyordu. Adamın bakışlarında bir ipucu aramayı denedi. Her zamankinden soğuk ve mesafeli durduğunu fark etmişti. Gülümsemiyordu. Adamın kararsızca avcundaki fındıklara uzandığını fark edince rahatladı.

- "Senin çete dağıldı. Şu ineklerden kurduğun hani. Sen yokken topladıkları parayı getirip bıraktılar, artık istemiyorlarmış bu işlerle uğraşmak."

farklı bir renk. / sinman.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin