Arayış içinde

356 11 13
                                    

Umut mudur insanı yaşatan yoksa yaşaması gerektiği için mi yaşanır bazı kötü olaylar? İçinden çıkılmaz sandığın bazı durumlar aslında senin hangi yolda olduğunu belirler. Ve bunun sonucunda ya pişman olursun ya da mutlu.

Zeynep mutlu olabilecek miydi? O da bu durumdaydı işte. Çıkmaza girmişti. Zengin ailenin tek çocuğuydu. Annesini bir yıl önce o felaket, berbat ve kötü hastalıktan dolayı kaybetmişti. O koskoca ev artık Zeynep'e küçücük gelmeye başlamıştı. Annesine mi üzülsün, hayatta tek kaldığına mı, bu acımasız, sığ düşünceli insanlara mı katlansın? Hangisi daha katlanılabilirdi?

Annesi Zeynep için hayattaki idolü, önderi, arkadaşı, dostuydu. Her ne zaman yorgun düşüp hayatın dipsiz kuyusundan çıkamayacak olsa sığınacak tek yerdi annesinin kolları. Bilirdi ki annesi onu orada bırakmaz. Her zaman onu o boşluktan çıkarırdı ve onun eskisi gibi güçlü bir kız olarak ayağa kalkmasına yardımcı olurdu.

Ama artık o yoktu. Çok acı ama yoktu. Bunu kendine bir türlü söyleyemiyordu. Bu acı gerçekle yüzleşemedi hala. Psikolojisi alt üst olmuştu. Derinlerdeydi. O derinlerden, dipsiz kuyulardan onu çıkaracak bir annesi yoktu. Tek başınaydı. Kendi kurtulmalıydı. Kurtulmak için bir çıkış yolu arıyordu.

Babası Ömer Bey kırk beş yaşında idi. Hali vakti yerinde zengin bir adamdı. Herkes tarafından tanınan karakterli biriydi. Kızını çok sever onun iyi olması için elinden geleni yapardı. Eşini kaybetmenin acısını o da yaşamıştı elbet ancak kızı annesiyle beraber tüm umudunu, hayatını kaybetmişti. Dünyasını karartmış, evden dışarı çıkmıyordu. Babası kızını bu halde görmeye dayanamıyordu ancak ne yapsa boştu, artık ne yapmalı bilemiyordu. Ne dese boştu kızı için. Babasının sözleri onu hiç ikna etmiyordu, üzüntüsünü gidermiyordu. Sırf babası üzülmesin diye onu dinlemiş anlamış gibi görünüyor, mutluymuş rolü yapıyordu. Oysa içten içe üzülüyor odasının bir köşesinde için için ağlıyordu geceleri.

Babası artık onun iyi olduğunu düşünüyordu. Bir yıl geçmişti eşinin ölümü üzerinden. Yalnız yaşayamıyordu. Biriyle tanıştı, evlenmeye karar verdiler. Kızının iyi olduğunu düşündüğü için buna kızmayacağını, kabul edeceğini düşünüyordu. Öyle olmadı. Kızı reddetti ancak babası dinlemedi. Kızına:

-Artık annen yok bunu anla Zeynep yok işte! dedi.

-Hayır baba hayır anneme ihanet edemezsin! Evlenemezsin o kadınla. Ne çabuk unuttun annemi! Sevdiğin kadını ne çabuk unuttun! Annemin yerini doldurmaya çalışma!

-Bir ölüyle yaşayamayız kızım bizim de bir hayatımız var. Onunla birlikte bizde ölemeyiz. Kabul et artık annen öldü, yok!

-Hayır baba hayır! diye bağırarak çıktı babasının çalışma odasından. Kapının önünde öylece kaldı bir an. Düşündü. Aklından geçenler onu üzüyordu ama kabul etmiyordu, inanmak istemiyordu annesinin öldüğüne. Kabul edemiyordu babasının dediklerini, inanmak istemiyordu. Ahşap merdivenlerden koşarak odasına çıktı. Ağlayarak masmavi duvarlarına baktı. Annesi çok severdi bu rengi. Tıpkı annesi gibi Zeynep de çok severdi. Odası gökyüzü gibi uçsuz bucaksız olsun diye boyatmıştı bu renge. Ama artık sevmiyordu, sevemiyordu bu rengi. Uçsuz bucaksız bir dünya yoktu onun için. Annesi gittiğinden beri durmuştu hayatı, bir adım ilerleyemiyordu. Olduğu yerde takılıp kalmıştı.

Odasının bir köşesine çekildi ve düşünmeye başladı. Üvey annesi olacak Gamze'yle aynı evde yaşayamazdı. O güçlü bir kızdı ve düştüğü gibi kalkmasını da bilirdi. Bunu annesinden öğrenmişti. Annesi ne çok şey öğretmişti ona. "Annem yok ama anısı, öğrettikleri hep benimle." diye düşündü. Burnu dik, asabi biriydi. Annesinin ölümüyle daha da asabileşmiş, kimseyi umursamıyor, dinlemiyordu. Akıllı bir kızdı. Annesi onun okumasını çok istiyordu. Başarılarıyla hep gurur duyuyordu. Bu geldi aklına birden.

-Tabi ya annem ne istiyorsa yapmalıyım, ona layık olmalıyım, benimle gurur duymalı. Herkes "bak bu Bahar'ın kızı Zeynep. Ne güzel yetiştirmiş annesi onu, ne başarılı biri" demeli, dedi kendine.

Böylelikle okuluna devam etmeye karar verdi. Üniversite ikinci sınıftaydı. Bundan tam bir yıl önce okul kaydını dondurmuştu. Babası ikna etmese onu bile yapmayacaktı. Annesini kaybetmişti çünkü. Onun için okulun hiçbir önemi yoktu. Oysa ne çabalarla kazanmıştı. Ama artık yaptığı yanlışın farkına vardı. Hemen ayağa kalktı. Aynalı beyaz dolabının kapağını açtı. Eline geçirdiği gömleğiyle eteğini bir çırpıda giydi. Öyle zayıflamıştı ki kıyafetleri olmamıştı üzerine. Aynanın karşısına geçip baktı kendine. Üstelik uzun zamandır aynaya bile bakmamıştı. Eskiden annesi onu aynanın başından kaldıramazdı. Simsiyah saçlarını özenle tarardı aynanın karşısında. Ama şimdi öyle değildi o sevdiği özenle taradığı saçları ne hale gelmişti, bakımsızlıktan mahvolmuştu. Zeynep kendine şaşkınlıkla bakıyordu. Ellerini zayıflamış yüzüne götürdü:

-Ne hale gelmişim ben böyle, dedi. Göz altlarım kararmış, şişmiş. Ne kadar çirkinleşmişim. Elbiselerim bile olmuyor artık. Oysa annem hiç sevmezdi beni böyle görmeyi. Hastalandığımda hep böyle olurdum hemen iyileştirirdi düzeleyim diye.

Dolabından üzerine olacak kıyafetler aradı. Çok arasa da buldu sonunda. Giyindi hemen. Aynanın karşısına geçip taramaya başladı saçlarını eskisi gibi. Simsiyah saçlarını tararken öylece bakakaldı kendine. Aklından çok şey geçiyordu.

Zeynep'e asırlar gibi gelen bir yıl ne çok şey götürmüştü ondan yeni yeni farkına varıyordu bunların, Hepsini düzeltmeliydi, annesine layık olmalıydı. Bunları düşünürken yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşti. Öyle dalmıştı ki düşüncelere kapının çalmasıyla irkildi yerinden.

...

UMUT ARAYIŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin