On üçüncü Bölüm

28.9K 1.7K 1.1K
                                    

Bölüm azcık uzun oldu umarım sıkılmazsınız. İyi okumalar :D

•••

"Aha, ordalar!"  Yol boyunca sıkıca elimi tutup bırakmayan toprağın elinden elimi çekerek, parmağımla can'ların oturduğu yeri gösterdim heyecanla.

Toprak yol boyunca bu heyecanıma karşı o maviş gözlerini milyon kez devirmiş, yerimde duramayıp zıplayarak sevinç danslarımı yaptığım için çocuk gibi elimi tutup durdurmaya çalışmıştı. Üstüne üslük bir de poyraz abimi aramakla tehdit ettiği için benden en okkalısından birkaç beddua hakkı kazanmıştı maviş toptoş.

Ege ise ondan başka arkadaşlar edindiğim için bakışlarıyla bana yolladığı hayali mızraklar, oklar ve akla hayale sığmayacak kesici aletlerle bedenimi delik deşik etmişti.

Neyse ki hala yaşıyordum ve enerjim full depo doluydu.

Ege'nin elinden tutarak kendimle beraber çekiştirdim. Basket sahasının dışında tellere yaslanmış bekliyorlardı.

Bizi ilk farkeden çınar olmuştu. Beni gördüğünde hafifçe dudakları yukarı kıvrılmıştı. Baştan aşağı bedenimi süzerken, gözleri Ege'yle tutuştuğumuz ellerimizde takılı kalmıştı. Biçimli kaşları adeta bir seri katil gibi çatışmış ve slow motion şeklinde gözlerini ellerimizden Ege'nin suratına doğru çıkarmıştı.

Kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatılmış ve yüz hatları gerilmişti.

Ulan, ne yaşıyorduk biz şu an?

Birinin yırtık dondan çıkarmış gibi, havadan süzülüp 'Hayır! Bu nikah kıyılamaz' demesi falan gerekmiyor muydu?

Bir dakika... sanırım bu o sahne değildi.

"Ay!! Vallaha gelmiş benim kankalatom!" Can çığırarak bize doğru gelip hızla bana sarılmıştı. Gülerek Ege'nin elini bırakıp bende ona sarıldım.

Egoş, kıskanç bakışlarını bana atarken öpücük attım ona. İyi anlaşacaksınız iyi!

Gülümseyerek geri çekilip Can'ı, Ege'ye çevirdim. "İşte seni kurtaracak o cevher tam karşında kıvırcıklı cancığımız. Ege ve can, hadi öpüşüp tanışın!" Diyerek can'ı ege'ye doğru ittim.

İkise de bana 'sen olmamışsın' bakışlarını atarak, erkekçe selamlaştılar. Hepsiyle tek tek tanışmasını izlerken, bir yandan da Sherlock rolüne bürünmüş tepkilerini inceliyordum.

Can ve Emre'yle daha güler yüzlü bir karşılama olmuştu. Yiğit de nötr bir suratla Ege'nin elini şıkmış ve kendini tanıtmıştı. Çınar ise Ege'nin elini sıkma gereği bile duymadan attığı ölümcül bakışlarıyla adını söylemiş ve tekrardan soğuk nevaleli haline geri dönmüştü.

Dünkü buluşmada birazda olsa yumuşadığını düşünmüştüm ama şimdi neden tekrar böyle olmuştu ki?

Belki de yeni tanıştığı herkese karşı böyleydi.

Ortamdaki garip havayı dağıtabilmek için "Ee tanıştığınıza da göre de, nerede bu bizim ağızlarına basacağımız kendilerini bir şey sanan züppeler?" Dedim etrafa bakarak.

Saha bizim okulun alt sokağında güzel bir yerdeydi. Tellerle örülü sahanın çevresinde izleyiciler için banklar ve uzun oturaklar vardı. Banklarda bizim okuldan birkaç kız ve çocuk oturuyordu. Büyük ihtimalle 12'lerdendi. Züppelere bak hele bir de okuldakilere haber vermişler.

"Saat 12 yönüne bak çikolatalı pastam." Direk kafamı dediği yere çevirdim.

Hemen biraz ilerimizde, 2 metrelik devlerden oluşan 5 kişilik bir grup vardı. Uzaktan bakıldığında bile 'ben zenginim ve havalıyım' diye bağıran tiplerdendi. İçlerinden en uzunu, kafam kadar kasları olan ve filmlerdeki bodyguard amcalara benzeyen çocukla göz göze geldik. Pis pis sırıtarak bana baktı.

𝗗𝗶𝗸𝗸𝗮𝘁: 𝗔𝗯𝗶𝗹𝗲𝗿𝗶𝗺 𝗩𝗮𝗿!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin