"Junkyu sunbae!" Koşarak yanına gittim. "Sunbae düşündüğüm gibi bir ilişkimiz yok onunla." dedim hızla. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. "Bana açıklama yapmak zorunda değilsin." dediğinde kaşlarımı çatıp "Bende biliyorum ama içimden bir ses anlatmam gerektiğini söylüyor. Şimdi dikkatle dinle lütfen. Ben lisedeyken zorbalığa mağruz kaldım gay olduğum için. Ve bunu bana yapan kız daha yeninki kızdı. Hala da benimle uğraşmaya devam ediyor. Neden senin karşında böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama dediğim gibi."
Buruk gülümsemesinin yerini neşeli gülümsemesi alırken elini saçlarıma koyup "Hadi yemeğe gidelim açım ben." demişti. Bir yandan da saçlarımı karıştırarak. "Hyung saçlarımı bozdun." Normalde saçlarımın bozulmasını umursamam. Bugün umursayasım tutmuştu. " Bir şey olmaz. Yakışıklı yüzüne bir zararı yok merak etme." Kalbim depar atıyordu. Bu normal değildi. Olmamalıydı böyle bir şey.
.
.
.
Bir fast food dükkanına gelmiştik. Siparişlerimizi verip boş bir masaya oturduk. İkimizde konuşmuyorduk. Sessizliğe daha fazla dayanamamış olacak ki "Ee daha daha nasılsın?" diye sormuştu. Bu haline gülüp "Konuşacak konu bulamadın değil mi?" dedim. Elini ensesine götürüp "Maalesef." demişti. Çok sevimli duruyordu.
Siparişlerimizin hazır olduğunu bildiren sesi duyunca oturduğum sandalyeden kalkacaktım ki koluma dokunan elle durdum. "Sen otur ben ikimizinkini de getiririm." gülümseyip siparişleri almaya gitmişti. Herkes tarafından sevilen biri olmalıydı. Çok kibar ve iyi yürekli biriydi. Bir an için bunların bana özel olmasını istemiştim. Hayır böyle düşünmemem gerekti. Kafamı iki yana sallarken hyung gelmişti.
"Hey Mashi iyi misin?" demişti bir yandan tepsileri masaya koyarken. "İyiyim." deyip yemeğimi yemeye başladım. Çok açtım. Sabahtan beri bir şey yememiştim. Konuşmak istesem de açlığım üstün gelmişti. Karnımı iyice doyurduktan sonra arkama yaslandım. "Ahh iyi yedim." dedim göbeğimi ovalarken. Bir anda hyung ile olduğum aklıma gelmişti. Oturuşumu düzeltip konuşmaya başladım. "Şimdi ne yapıyoruz?"
"Yürüyüşe ne dersin? Hem yediklerimizi sindiririz. Nasıl fikir?" Olur dercesine kafa sallayıp oturduğum yerden kalktım. Üstümü düzeltip telefonumu cebime koydum.
.
.
.
Park ilk kez bu kadar sakindi. Ne hakkında konuşmamız gerektiğini bilmiyorduk ikimizde. Sessizce yürümeye devam ediyorduk. "Hyung nasıl bu kadar neşeli cana yakın birisin? Ben sonsuza kadar denesem de deneyim olamam." dudaklarımı büzük konuşmuştum. Hyungun bakışları dudaklarıma kayarken ona baktığımı fark edip geri gözlerime çekmişti. "Öncelikle dudaklarını büzmeyi bırak lütfen." dediğinde dudaklarımı olabildiğince düz hale getirdim.
"Ben kendimi bildim bileli hep böyle biriydim. Ailemde genetik herhalde. Hepimiz böyleyiz." Ailesinden bahsederken yüzünde kocaman bir gülümseme oluşuyordu. Keşke bende olsam diye düşünmeden edemedim. Ama olamazdım. Aile sevgisi görmemiş biri ailesinde bahsederken gülümseyemez ya da heyecanlanamazdı.
Kafamı yere eğip yürümeye devam ettim. "Mashiho neden sürekli koyu renkler giyiyorsun?" Ona doğru döndüğümde bakışlarımız buluştu. "Koyu renklerin içinde kendimi daha rahat hissediyordum. Zaten anlatılana göre annemde hep koyu renk giydirirmiş ben küçükken. Alışkanlık olmuş herhalde." "Sana renkli giydirmemiz gerek. Böylece sürekli gülümseyip kendini canlı hissedersin" dediğinde ellerimi aynı anda salladım.
"Hayır hiç gerek yok böyle bir şeye ben iyiyim böyle." Kaşlarını çatmıştı. Ama sinirliden çok sevimli bir koalaya benziyordu. "Ben dediysem vardır. Hadi mağazaya gidelim." deyip elimi tutmuştu. Gözlerimi kocaman açıp ona bakıyordum. Fakat o kendini o kadar çok kaptırmıştı ki ona baktığımı bile fark etmemişti. Kalbim çok hızlı atıyordu. Karnımdaki kelebekler o kadar hızlı uçuyorlardı ki birbirlerine çarpıp ölmelerinden korkmuştum.
Onunlayken yüzümde hep bir gülümseme oluşuyordu. Kendimi mutlu hissetmemi sağlıyordu. Ve ben bu hissi bırakmak istemiyordum. Daha kedime bile yeni bile itiraf ediyorken ona söyleyemezdim.
"İtiraf etmem gerek kendime..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Roommate / MashiKyu
Fiksi Penggemarİçinde kalan umut kırıntılarına tutunuyordu Mashiho . Onu uzaktan seven Junkyu ise gün geçtikçe biraz daha çöken sevdiğine yardımcı olamıyordu. Yanına gitmeye cesareti yoktu. Belki Tanrı ona yardımcı olup sevdiğini kendisine getirirdi...