Bölüm 24/ Aslı

31 10 37
                                    

Tapınağın revirinde şuursuz dolaştığı kaçıncı gündü kaçıncı gece hatırlayamadı Milost. Drita, Kreu ve Siliren'in odaları arasında adeta mekik dokuyup yorgun düşmüştü. Doğru düzgün bir şey yemiyor ağzını bıçak açmıyordu. Ara sıra Cras kendisine bakmaya geliyor onla da pek bir şey konuşmuyorlardı.

Drita onlara yardım ederken kendini fazla zorlamış susuz kalan bir çiçek gibi rengi uçup benzi solmuştu. Dinlenmek için kendini derin bir uykuya vermişti sanki. Ancak dört beş günün sonunda kurtlarla büyümenin verdiği dayanıklılığı kanıtlamış kendine gelmişti genç kız ve soluğu Kreu'nun başında almıştı. Ağır yaralanan boz kurtsa şifacılar tarafından ağrılara yenik düşmemesi için uyutuluyordu. O kadar kan kaybetmişti ki kendine gelse bile bu ne şekilde olurdu kestiremiyordu Milost.

Bir de Siliren vardı tabi. Yaşadıkları kâbus sanki göz kapaklarının altına kazınmış gibi gözünü her kapatışında genç kızın şekil değiştiren tarafından yaralandığı anı görüyor ya ona bir şey olsaydı düşüncesini kafasından atamıyordu.

Revirin uzun koridorunu aydınlatan meşaleler gözlerini yorduğunda biraz olsun kendini sakınmak için pelerininin başlığına sığındı genç adam. Gözünü Siliren'in kapısından bir an olsun ayırmıyor, ayıramıyordu. Sanki o kadar dikkatli bakarsa içeride ne olduğunu görebilecekmiş gibi her an tetikte bekliyordu. O böyle düşünceler denizinde yüzerken birden bakışlarıyla aşındırdığı kapı aralandı. Ürkek bakışları kuşanmış bir çift badem göz etrafa baktıktan sonra karşısında bekleyen adamda durakladı. Milost genç kızı korkutmamak için başlığını indirdi yavaşça. Göz göze geldiklerinde "Milost" diye kekeleyen sesini duymak yazın boğucu sıcağında ferahlatıcı meltem rüzgârı gibi okşadı tenini. Yutkundu genç adam, ne yapması gerektiğini bilememenin çaresizliği hareketlerine yansımıştı. Hızlı bir şekilde ensesini ovaladı, dudaklarından sadece "İyisin?" nidası dökülürken söylemek istedikleri çok farklıydı.

"Ben... ben iyiyim" diyen genç kızın gözlerini pişmanlıkla sarılı bulutlar kapladı. "Benim aptallığım yüzünden neler yaşadık" diye mırıldanan Siliren ince uzun elleriyle yüzünü dahası gözlerinden yağmak üzere olan sağanağı gizlemek için boşuna çırpınmıştı. Bir adımda önünde biten genç adam aralarındaki mesafeyi iyice kapatmış dahası nereye koyacağını bilemediği elleriyle kızın ellerini tutup yüzünü görmeyi amaçlanmıştı.

Bu kehribarlara yakışmayan tek şey gözyaşı diye düşündü genç adam.

Parmakları usul usul Siliren'in yüzüne yol aldı, alnına düşen bir tutam perçemi kızın sivri kulağının arkasına yerleştirirken nabzı hızlandı. Düşünceleri yön değiştiriyor, aklını bulandıran bu yakınlığın karşısındaki kızda yarattığı etki hoşuna gidiyordu. Pespembe kesilmiş yanaklar, şaşkınlıktan aralı kalan dudaklar, hızlı hızlı inip kalkan göğüs kafesi, kesik kesik alınan nefes...

Kısa bir an nefeslerini tutan ikilinin arasındaki tek köprü şaşkın bir ifadeyle birbirlerinin yüzlerini turlayan bakışlardı. Aldığı kokuyla girdiği büyülü andan sıyrılan genç adam bir adım gerileyerek Siliren'in sendelemesine neden oldu. "Birileri geliyor" diye fısıldadı telaşla. Genç kızın çiçek bahçesini andıran kokusu başını o kadar döndürmüştü ki kimlerin geldiğini, iyice keskinleşen koku duyusuna rağmen çıkaramamıştı.

"Öhöm öhöm," diyen şen sesin sahibi Drita'dan başkası değildi. "Biz de bu uykucu güzeli uyandırmaya geliyorduk." Muzip bakışlarla ikiliye yaklaşan genç kızın bir adım gerisinde Cras vardı.

"Anlaşılan o ki gerek kalmamış," diyerek kıkırdadı genç kız.

Sanki olabilirmiş gibi biraz daha kızaran Siliren kendini saklamak ister gibi boynunu içeri çekti. Yan bakışlarla Siliren'i süzen Milost kızın üzerinde sadece, yaralı omzunu açıkta bırakan, dizlerinin üzerinde biten gece elbisesi olduğunu fark edip bir adım öne geçti. Onu böyle kimsenin görmesini istememişti ilk kez kendinde şahit olduğu vahşi bir hisle.

Genç adamın ne yapmaya çalıştığını anlayan Drita hırıltılı bir kahkaha koy vermiş, sesinin esintisiyle meşalelerin loş ışığını dalgalandırmıştı adeta. Hızla Silirenin yanına gelip kızı odaya itekleyerek soktu. Milost tam adımını içeri doğru atmıştı ki Drita'nın cık cıklarıyla durakladı. "Beyler siz gelmiyorsunuz, bizi biraz yalnız bırakın lütfen," dedi Drita ricadan çok kesin bir emir ifadesini barındıran sesiyle.

Birşey söylemeyen Milost bir adım geriledi. Şekeri elinden alınmış bir çocuk gibi hissediyordu kendini, dudak büktü. "Napalım biz de bahçeye çıkarız?" dedi Crasa soran gözlerle. Kapı kapanmıştı.

"Rahatlamış görünüyorsun," diyerek durum tespiti yaptı Cras. Genç adamı başıyla onayladı Milost.

Evet gerçekten rahatlamıştı. Siliren'i ayakta, gözlerini açmış, her zamanki o ürkek ifadeyle görmek, yüreğinde bir haftadır yer edinmiş karabasanları dağıtmaya yetmişti.

"Drita böyle neşeli olduğuna göre Kreu toparlandı he?" diyerek laf attı ortaya, sanki dilindeki düğüm çözülüvermişti.

"Bugün daha iyi, o da uyandı sonunda" dedi Cras yine ifadesiz bir yüzle.

Revirin uzun koridorunu geçtiler huzursuz bir sessizlikle, kendilerini Kali'nin ışığıyla aydınlanmış bahçeye attılar.

Yine ilk konuşan Milost olmuştu.

"Neyin var senin Cras?"

Bakışlarını Kali'ye kaldıran Cras endişeyle yutkundu. Page Dağının gölgesi nehre vuran ışıkları emiyordu. Karanlık aydınlığa hükmetmeye başlamıştı sanki, artık Kali'nin ışıkları eskisi gibi aydınlatamıyordu tapınağı. Kendilerine yaklaşmakta olan karanlık gölgelerden arkadaşına nasıl bahsedeceğini düşündü bir süre.

Sonra sadece "Geliyorlar..." diyebildi gri bir donuklukla.

Etraflarını saran rüzgâr ikisinin de düşüncelerini başka yönlere savurdu.

Kali'nin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin