Geceden beri içinde dönüp durduğum yataktan çıkıp sessizce salona ilerledim. Uyuyordu ve ne yapacağımı bilmiyordum. Gece yaptığı şeyden sonra sızmıştı ve evine götürmek, hele ki o saatte çok zordu.
Zar zor koltuğa yatırıp üstüne bir şeyler örttükten sonra odama girmiş, bir daha çıkmamıştım. Uyanınca ne tepki verecekti bilmiyordum ve açıkçası korkmuyor da değildim. Mutfağa girip bir bardak su aldığım sırada içeri adımladı. Doğrudan gözlerime bakıyordu ve ben, gözleri hariç her yeri yokluyordum bakışlarımla.
'Günaydın..?'
'Günaydın.'
Sesim titrerken kendime küfredip elimdeki bardağı masaya bıraktım ve ona döndüm.
'Gece geldin, içmiştin. Sonra sızdın kaldın. Bir şey yapmadım sana.'
Art arda sıraladığım cümleler karşısında gözleri büyürken birkaç kere ağzını açıp kapadı. En sonunda sesini duyduğumda halıda gezinen gözlerimi, gözlerine kenetledim.
'Ben... Bir şey yaptım mı?'
'Ne gibi?'
'Herhangi bir şey... Söylenen olabilir, eyleme dökülen... Herhangi bir şey işte Minho.'
'Ha, yok, hayır. Dedim ya, sızdın kaldın zaten.'
'Üzgünüm, rahatsız ettiğim için. Çıkıyorum o zaman... Tekrar üzgünüm ve teşekkür ederim.'
'Önemli değil. Görüşürüz.'
Yavaşça arkasını dönüp kapıya adımladığı sırada dolan gözlerim ile derin bir nefes aldım. Masaya bıraktığım bardağı elime alıp, suyu yudumladığım sırada kapı çaldı.
Kapıyı açtığımda Chan içeri dalmış ve büyümüş gözleriyle bana bakmaya başlamıştı.
'Ne o, yatağa mı attın Jisung'u?'
'Saçma sapan konuşma ya.'
'Lan ne bileyim ben. Sabahın 10'unda 'platonik olduğun kişi' senin evinden çıkıyor. Ne anlayayım?'