ocho.

280 32 0
                                    

minho

Çalan alarmın sesiyle gözlerimi araladığımda güneş ışıkları yavaşça odama yayılıyordu. Birkaç dakika daha kendime gelmeyi bekleyip yataktan kalktığım sırada annem odama girdi.

"Günaydın, uyandırmaya gelmiştim."

"Günaydın anne. Kahvaltı etmeyeceğim, haberin olsun."

"Zayıflamışsın, Minho. Gel oğlum, bir iki bir şey ye."

"Anne, Seungmin ile yerim bir şeyler. Şimdi hazırlanıp çıkmam gerekiyor."

"Söz ver."

Yanına gidip kollarımı beline doladığım sırada derin bir nefes aldım, burnumu boynuna gömüp.

"Söz anne, söz."

"Tamam, dikkat et kendine. Çıkıyorum ben. Bir şey istiyor musun akşama?"

"Yok, sağ ol ayçiçeğim."

Odadan çıktığı sırada ben de konuşurken topladığım yatağa bir göz atıp üstümü değiştirdim. Telefon, anahtar gibi eşyaları cebime atıp çıktığım sırada Seungmin aradı.

"Efendim?"

"Geldim ben, neredesin?"

"Çıkıyorum, 5-10 dakikaya oradayım."

"Tamam."

"Hadi görüşürüz."

Telefonu kapatıp asansöre bindiğim sırada içeri adımlayan çocuk ile bir an nefesim kesildi. Bir iki saniye kadar göz göze geldikten sonra ikimizde önümüze döndük.

Bir alt kata ulaştığında asansörü durdurup dışarı çıktım. 4 kat vardı aşağıya. Düşmemeye çalışarak hızla merdivenlerden indiğim sırada o da binadan çıkıyordu.

Arkasına donüp bir bakış attıktan sonra dışarı çıkmıştı. Onun gittiği yolun tam tersi yola girdiğimde elimi göğsüme koydum.

Ah, cidden. Her gördüğümde böyle olmak zorunda mıydı? Yaklaşık 5 dakika kadar sonra okula vardığımda kapıda konuşan Jisung ve Hyunjin ile bir anlığına duraksadım. Sonra içeri girip, gözlerim her zaman ki yerde Seungmin'i aradığında Jeongin ile çardakta oturduğunu gördüm.

Yanlarına gittiğimde bize doğru adımlayan Hyunjin ve Jisung ile Seungmin'e döndüm. Bakışlarını kaçırması ile sessiz bir küfür mırıldandım.

"Günaydın!"

"Günaydın Hyunjin."

"Günaydın."

"Ooo, Minho Bey, bizimle konuşur muydunuz?"

"Dalgınım bu sıralar. Kusura bakma Hyunjin."

"Anlatmak ister misin? Boşver. Anlatınca daha kötü oluyor. Yanında olduğumuzu bil yeter."

"Teşekkürler."

Uzaktan gelen Chan'i gördüğüm sırada çantamı bırakıp ayağa kalktım.

"İki dakikaya geliyorum."

Yanına adımladığım çocuğun bakışları bana döndüğünde gülümsedi.

"Jisung ile aynı masada oturduğuma inanamıyorum."

"Sana da günaydın."

"Ne yapmam gerekiyor? Sakin kalamıyorum."

Kollarını açıp gülümsediğinde yavaşça yaklaşıp arasındaki yerimi aldım. Yaklaşık birkaç dakika sonra duyduğum cümle ile kaşlarımı çattım.

"Bence ayrılmalıyız çünkü Jisung tarafından öldürülmek istemem.'

"Ne alaka?"

"Şimdi, ters tarafa döneceğim, yani sen bu tarafta olacaksın. Hemen bak ama."

"Tamam."

Birkaç saniye içinde yerlerimiz değiştiğinde bir anlığına Jisung ile göz göze geldik. Bakışlarında yoğun duygular vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum. Zaten o da önüne döndü.

Yavaşça Chan'in kolları arasından ayrıldığımda yavaşça bizimkilerin yanına ilerledik. Dersin başlamasına 20 dakika vardı ve Felix hâlâ yoktu. Normalde bizden erken gelen çocuk bugün yoktu.

Tam da o sırada Changbin'le yan yana içeri giren Felix ile yeni yudumladığım su boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım.

Masadakiler bir anlığına bana, sonra baktığım yere bakmışlardı ve yüzlerine yayılan şaşkınlığa şahit olmuştum. Jisung hariç. Biliyor gibiydi. Ya da umrunda değildi.

Masaya ulaştıklarında Felix'in mutluluğu gözlerine yansımıştı. O sırada Chan'e döndüğümde her an ağlayacak gibi duruyordu.

Elimi yavaşça omzuna koyduğumda bakışları bana döndü. Ona minik bir gülümseme sunduktan sonra Changbin'e döndüm.

"Hayret, Felix ve sen?"

"Eskiyi boşver. Şuan yanımda. Hallettik aramızda."

"Anladım."

"Şimdi, Chan ile aranızda ne var?"

Chan ile aynı anda birbirimize dönüp tekrar Changbin'e döndük.

"Ne?"

"Ne?"

O sırada herkes masada ki yerini almıştı. Jeongin söze başladığında ona döndüm.

"Farkında mısınız bilmiyorum, ama... Herkes sizi sevgili sanıyor. Sarılmalar, samimi davranışlar falan..."

Jisung'dan gelen boğaz temizleme sesi ile birkaç saniyeliğine ona döndüm, sonra tekrar Jeongin'e.

"Biz susturmaya çalışsakta milletin ağzı torba değil ki büzesin."

Chan o sırada öyle içten kahkaha attı ki komik olan ne diye düşündüm bir an.

"Cidden, sarılıyoruz diye sevgili sanmak... Ne bileyim yani."

"Harbiden, ne saçma bir şey bu? Sizde boş verin. Aramızda bir şey yok. Arkadaşız ve öyle kalacağız."

O sırada çalan zil sesi ile herkes ayaklandığında Jisung hâlâ oturuyordu. Takmayıp ilerlediğimde o da ayaklandı.

Bileğime sarılan eller ile olduğum yerde kaldım. Yavaşça arkama dönüp, gözlerine baktığımda söylediği cümle nefesimi kesmişti.

"Bana öyle bakma, Minho."

let me down slowlyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin