İnsanın yaptığı en normal ve doğal şey hatadır. Kolayca yaparız ya da hata yaptığımızı anlayana kadar her türlü zorluğa katlanırız. Bazen düzeltemeyeceğimiz kadar ileri gidip, geri dönüşü olmadığını anladığımızda ise çoğu zaman yaptığımız hataya devam ederdik. Bu daha kolayfı çünkü, onca yol gelinmişse hataya devam etmek daha kolaydır.
Mustafa da böyle düşünüyordu. Yaptığı hatalarında, yaşadığı hayatında farkındaydı. Ancak düzeltmek için çok geçti. Geriye dönüp bakmak istemiyor, bunu ne zaman yapmaya çalışsa delirecek gibi oluyordu. Çok fazla hata yapmıştı, duramayacak kadar ileri gittiğini düşünüyordu.
Şu sıralar aklını böyle şeyler meşgul ediyordu. Çünkü karşısında Ege gibi nazik ve beyefendi bir çocuk vardı. Mustafa, kendisi ve Ege arasında sürekli karşılaştırma yapmaya başlamıştı. Kendine baktığında dünyanın tüm gürültüleri ağzının içinde toplanmış gibi sürekli homurdanır, konuşur, bağırır ve her an şikayet ederdi. Ancak Ege, ne şikayet ediyor, ne homurdanıyor ne de bağırıyordu.
Aralarında yapılan anlaşmanın üstünden 2 hafta geçmişti. Kimsenin kimseye zararı olmadan geçen günlerde, Ege kendini alışmış hissediyordu. Alışmışlık hissi içindeki korkuyu söndürüyor ve var olan neşesini ortaya çıkarıyordu. Mustafa sayesinde boğazından aşağı iki lokma iniyordu. Az daha zorlasa Mustafayı sevebilirdi, ancak doşabını ne zaman açsa şişeler aklına geliyor. Onu soktuğu pisliği düşünmeden edemiyordu.
Her öğle arası yemek getiren bir arkadaşı vardı Mustafa'nın, Cem. O da iyi bir insan gibi görünüyordu. Cem bağımlı değildi, dinç ve sağlıklı görüntüsü insanların dikkatini çekiyordu. Haliyle Ege de göz önünde oluyordu. Mustafa'nın ilk gün yaptığı uyarı olmasa çoktan öğrenmiş olurlardı. Ancak Ege'nin yanına bile yaklaşmıyorlardı.
Çok sakin geçmişti bu günler. Normal hissettirmiş, herkesi özellikle de Ege'yi büyük bir yanılgıya uğratmıştı. Bu sessizliğin yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi olduğunu fark edemedi.
Bir gece, Ege uykuya dalmak için hazırlanırken telefonu bir bildirimle titredi. Kendisine yazan bir kişi olduğu için korkmaya başlamıştı bile. Yatakta duran telefona yavaşça yaklaştı. Belki bir kaç saniye daha geç görürse, kaçmak için bir kaç saniye izin verirse her şey bitecek gibi geldi. Ama tabiki öyle olmadı. Telefonu eline aldığında, karanlık ekrana baktı. Açmak istemiyordu, ancak babası evdeydi ve Mustafa'yı gördüğünde kıyamet koparırdı. Bu yüzden hemen açtı.
" Şişeleri al gel. "
Elleri titreyerek şişeleri olduğu yerden çıkardı. Elinde tuttuğu şişeler Allah bilir kimi zehirleyecekti. Belki de Mustafa kullanacaktı bunları. İçi garip bir huzursuzlukla doldu. Alışmışlık hissine bağladı bunu, Mustafa'nın ayık haline çok alışmıştı. Yaklaşık 2 haftadır onu hiç kafası güzel görmemişti.
Merdivenlerden yavaş yavaş indi, sesini diğer dairedekilere duyurmama için elinden geleni yapıyordu. Babasının radarına tekrar giremezdi. Kapıyı da sessizce açınca derin bir 'oh' çekti. Ardından onun gibi 'oh' çeken Mustafa'ya döndü. Elindeki şişeleri uzattı, Mustafa alırken sanki elleri bir teraziymiş gibi şişeleri tarttı. Ege hemen savunmaya geçti, " Hiç açmadım, koklamadım bile. " Dedi. Mustafa güldü, kendisine karşı gelmeyeceğine emindi zaten. " Zaten yapamazsın bebe. " Dedi.
Arkasını dönmüş gidecekken Ege'nin tereddütlü sesiyle durdu, " Şey, onu kime vereceksin? ". Bu soruyu sormaya bir anda karar vermişti, çünkü üzerinde biraz düşünse hemen vazgeçerdi. Mustafa olabildiğince alaylı bir yüz ifadesiyle onu seyretti bir süre. Aslında bu soruyu sormaya cesaret etmesine çok şaşırmıştı, tabiki belli etmedi. " Ne oldu bebe? Sana mı vereyim? " Dedi. Şişeleri ona doğru kaldırdı hafifçe, bundan sonra cesaret etmez konuşmaya diye de geçiriyordu içinden. Ancak Ege onu tekrar şaşırttı, " O-onun için demiyorum, sen mi kullanacaksın? " Dedi. Sesi gecenin ölüm sessizliği olmasa duyulmazdı bile. Cesareti yoktu artık, merakı vardı. Hep meraklı biriydi ancak bunu hep bastırmıştı. Şimdi ise bastırmasına gerek yoktu.
Mustafa karanlığa şükretti, yüzündeki şaşkınlık ifadesini göstermek istemiyordu. Kendisinde ki değişikliğin o da farkındaydı. İki haftadır krizleri ile daha kolay baş ediyordu. İçindeki koruma iç güdüsü ile de Ege'nin yanına asla kafası güzel gelmiyordu. Şimdi ise merak ediliyor olmak, onu yıllar önce bir başka kapı önüne götürdü.
Aynı durumda değildi, Ege yerindeydi. Ege gibi merak içerisindeydi, sormuştu aynı böyle. Güçlü taraf olmadığını için aynı Ege gibi korkuyordu ancak yinede merak ediyordu. Karşısındaki adamın zarar görmesini istemiyordu o da.
'Şimdi bende o adam gibi mi olacağım. '
Aklından geçen tek şey buydu. Eğer sıkı sıkı tutmasa şişeler yere düşecek, kendisini de onların ardından bırakacaktı. Yine tüm ihtimalleri göz ardı edip sinirine sarıldı, " Sanane lan! Çık yukarıya deli etme beni. " Dedi.
Ege korkuyla yerinden sıçradı. Karşısında sinirden titreyen adama baktı. Sonra dolu dolu olmuş gözleri ile hemen kapıyı açıp yukarıya fırladı. Altı üstü merak etmişti, bunda kızacak sinirlenecek ne vardı ki?
Odasına girip kapısını sıkıca örttü. Yatağına girdiğinde sesli hıçkırıklarını yastığına bıraktı. Mustafa bağırınca öyle korkmuştu ki bayılacağını sanmıştı. Tam da alışmıştı ona, tam da zarar görmeyeceğini düşünmüş, kabuslarından kurtulmuştu.
Ama hayat ona ne zaman adil davranmıştı ki? Her zaman önüne engeller koymuş, benliğinden itinayla uzaklaşmıştı. Hayatı boyunca bir defa bile sesli gülmemişti, yaşadığı tek şey başkalarının istediği gibi bir hayattı. Eşcinsel olduğunu öğrendiğinde mutlu olmuştu. Çünkü ilk defa insan olduğunu hatırlamış, sonunda demişti. Sonunda bende birisi oldum, iyi kötü bende bir insan oldum diye düşünmüştü.
Kendisine söz verdi yeniden, ' seni kıranlara, üzenlere, zarar verenlere dönme Ege. ' sondu bu. Gidecekti buralardan. Zaten üniversite sınavına girecek parası da yoktu. Gittiği yerde kazanır öderdi. Bu evde kalmanın hiçbir anlamı yoktu. Gitmek istiyordu. Onu önemseyen, seven insanların olduğu bir yere belki. Belki daha kötü bir yere ama yaşadığı bir yere. Sesli güldüğünde onu dövmeyecek, sözleriyle ezmeyecek insanların yanına.
Yattığı yataktan hışımla çıktı, babası uyanmış, annesi kızmış boşaydı artık. Gidiyordu. Eşyalarını küçük valizinin içine tıktı, eskiden biriktirdiği azıcık parası vardı onu da aldı. Evden çıkarken geriye dönüp bakmadı bile. Gerek yoktu çünkü.
Mustafa aklına geldikçe kalbi daha da kırılıyordu. Düşünmeden bile içinde bir yerlerdeki tek umut Mustafaydı. Artık o umudu da kalmamıştı, zaten burada olması hataydı.
Sessiz bir ayrılıştı Ege'nin ki. Mustafa ise şişeleri teslim etmiş, sokağın başında paytak adımlarla yürüyen Ege'yi izliyordu. Peşinden sürüklediği valize gülümseyerek baktı. Ege asla Mustafa değildi. Ege cesurdu, Mustafa gibi amansız bir aşkın pençesine düşmemişti.