KİTAP OLDU
-Wattys 2021 Kazananı-
"Annarithel Orvira sebepsiz yere can alacak soğuk kanlı bir katil değildi ama aç bir yılanın ne kadar merhameti varsa onun da o kadar merhameti vardı."
*
Tanrıçasının nefesiyle topraktan doğan, geleceği için yalnızc...
Hush now Dry your eyes Fate is upon us The changing of times Welcome Blood red skies Burn in wake of A world left behind
⚔️
Selam kan güzellerim✨
Keyifli okumalar!
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Uykuya musallat olan kâbusların en büyük korkulardan beslendiği söylenir. Bazı korkuların yüzleri tanıdıktır bazıları ise farklı suretlerde derinlerden yüzeye çıkmak için fırsat kollayan, henüz tanışmamış olduklarınızdır. Kâbuslar zihninize dişlerini geçirdiğinde gerçekliğe bağlı kalmak, ruh ve beden arasında makarasından çözüle çözüle sıyrılan o ince ipe bağlıdır. Ruh başka boyutları ziyarete koyulmuşken, zihin tamamen savunmasızdır. Bazen kâbus ile, korkunç dalgaları aşıp sürüklenen bir yaprak gibi kıyıya vurana kadar yol alır ve en sonunda uyanırsınız. Bazen de vahşi kâbusunuz oyun oynamaktan sıkılır; sizi yüksek bir uçurumdan aşağıya, sivri kayalıkların üzerine bırakıverir ve hazin sonu görmeden kan ter içinde gözlerinizi açarsınız.
Annarithel Orvira ise gözlerini yumduğu her anın düşmanı olmuş kâbuslarının suretlerini ezberlemişti. Hançerini bir masumun gırtlağından tereddüt etmeden geçirdiği acımasız kâbusunda ya da diz çökmüş, düşmanına canını bağışlaması için yalvardığı garip bir mizah anlayışına sahip kâbusunda olduğu gibi, zihni bu anların gerçek olmadığını ona tembihler ve ruhuna bağlı o şeffaf ipin peşine düşerdi. İpi yakalar, ruhuna tutunur, kâbusu ile alay ederdi. Ancak bu sefer, onu gerçekliğe bağlı tutacak bir ip yoktu. Sınır çoktan aşılmış, kâbusunda savrulup duruyordu.
Öncesini hatırlayamadığı bir kargaşanın ortasında belirivermiş gibiydi. Yenilgiyi kabullenmiş bir savaşçı gibi dizlerinin üstüne çökmüştü. Kamburunu çıkarmış; boynunu, derin nefes alışlarını izleyebildiği göğsüne doğru eğmişti. Kemiklerini kütürdeterek gerinme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Boynunu arkaya atıp, günün saatini anlayabilmek için gözlerini gökyüzüne dikmek istiyordu ama bitkinlik çok ağırdı. Sanki uçsuz bucaksız saatlerdir bu acınası haldeydi. Tek yapabildiği altında rüzgârdan uçuşan kızıl kum tanelerini izlemekti ama o rüzgârı hissedemiyordu. Saçlarının tek bir teli kıpırdamıyor, yüzünde ılık nefesleri andıran esintiyi duyamıyordu. Doğa onu dışlamış gibiydi, kendinden mahrum bırakmıştı. İçi yorgunluk ve ümitsizlikle dolup taşıyordu.
Bunun bir kâbus olduğu gerçeğini düşünmek bir yana, kızıl kum taneleri ile sınırlı olan görüş alanının ötesindeki diyarı bile merak edemiyordu. Düşünceler, zihnine aniden hücum ediyor sonra da ansızın kızgın alevlerin arasına atılmış su damlaları gibi buharlaşıp yok oluyordu. Üzerindeki giysileri göremeseydi eğer tamamen çıplak olduğunu düşünürdü, iradesinin yerinde yeller esiyordu ve savunmasızdı. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibiydi...