Pazar yerine geldiğinde, en yakın arkadaşı Minseok'u gördüğünde mutlu olmuştu.
Minseok renkli desenlerde çömlekler satan, 20 yaşlarında bir gençti. Yıllar önce pazarda tanıştığı, sürekli dertlerine ortak olan arkadaşıydı. Hemen sandığını açarak yanına kuruldu.
"Hey, Kyungsoo nerelerdesin günlerdir? Özlettin kendini."
"Sadece iyi hissetmiyordum ve anneme yardım etmesi için kralın sarayına gidip geliyorum Minseok."
"Ne sen ciddi misin?" diyerek kahkaha atmaya başladı.
"Gerçekten çok salaksın canım arkadaşım. İnsanlıktan çıkmış biri mi sana yardım edecek? Gerçekten komiksin."
"Yah! Gülme. Nereden biliyorsun? Belki insafa gelir, eder. Hepiniz çok mükemmelmişsiniz gibi laf ediyorsunuz ona. Bıktım saçmalıklarınızdan."
Kyungsoo sandığını alarak başka bir yere kuruldu. İnsanların kral hakkında saçma zırvalıklarını dinlemek bunaltıyordu.
Minseok üzülürcesine yanına kurulmaya karar verdi.
"Özür dilerim Kyungsoo. Umutlarını yıkmak istemedim. Sadece öyle biri, ne yapabilirim ki?"
"Lanet olası nereden biliyorsun öyle olduğunu? Kaç kere gördün, kaç kere sana bir şey yaptı da böyle konuşabiliyorsun?!"
"Şey, geçen gün sen gelmediğinde şövalyeleri ile pazarda geziniyordu. Yanıma geldi ve çömleklerimden beğenerek bir tanesini seçti. Eline aldığı gibi gitti ve parasını dahi ödemedi. Hiçbir şey diyemedim, çaresizce günlerdir emek verdiğim çömleğime bir kuruş bile ödemeden gittiği için ağzımı dahi açamadım."
Minseok ağlamaklı sesiyle anlattı olanları.
"Ah. Ben, ben üzgünüm. Bilmiyordum. Ama belki yanında parası yoktur, sonra gelip verecektir. Belki ondandır."
"Tanrı aşkına, bu dediklerine kendin inanıyor musun Kyungsoo?"
"Her neyse kapat konuyu. Bir umut sadece..."
"Hep umut edersin Kyungsoo. Hiçbir zamanda gerçekleşmeyecek umutlar kuruyorsun kafanda. Vazgeç artık. Seni üzmek istemem ama hayat bu. Umutlar sadece hayallerimizde vardır, bizim gibi sefillerin hayatında umut kelimesine yer yoktur."
"Ben umutlarımdan önce ömrümün bitmesini dilerdim. Ne de olsa geleceğimiz ancak hayallerimiz kadardır. Ve sen böyle yaşamaya devam et arkadaşım."
Kyungsoo yine edebiyat yapıp kendini zirvede gördüğü anlardan biriydi. Ne de olsa Minseok bu dediğine sessiz kalmıştı ve Kyungsoo zafer kazanmışcasına ayağa kalkıp delicesine bağırdı.
"Gel abla gel! Mükemmel bileklikler işte bu sandıkta. Seç beğen, al. Sevgiline, annene, kardeşine, bütün dünyaya al."
Kyungsoo delicesine bağırırken Minseok yine kahkahalara boğuldu. Ve Minseok'da en sonunda arkadaşına katıldı.
''Hey millet ne duruyorsunuz? İşte çömleklerim, kendi ellerimle yaptığım, her baktığınızda mest olacağınız çömleklerim. Babanızın malı gibi seçip, beğenip alın."
İki arkadaş beraber bağıra çağıra neşeyle topluluğa seslenirken kızlar, kadınlar hatta yaşlı olanlar bile bu iki çocuğun tatlı yüzlerine, seslerine dayanamayarak delicesine bileklikler, testiler seçmeye koyuldular.
Sefillerin hayatında umutlara yer olmayabilirdi kimine göre ama mutlu olmaya onların da hakkı vardı.
----
Jongdae kralın kapısını aceleyle tıklatarak direk içeri daldı.
"Jongin, askerler hazır. Joseon krallığını ele geçirip kazanmak için yola koyulacaklar."
"Onlara söyle o krallığı kazanamadan gelirse ölmemiş olanlar, onları ben kılıçlarımla parçalara ayırıp, yemek niyetine kızartıp yerim!"
"Çok fazla zalimce davranıyorsun. Neden gidip onlara adam gibi kendin motivasyon vermek yerine buradasın? Neden bir savaşta da askerlerin ile göğsünü kabartırcasına gidip tüm yüreğinle savaşmıyorsun?!"
Jongdae içindekileri korkusuzca kralına değilde, bir dostuna döktü.
Jongin bu sözleri duyduğunda gözlerinden ateş çıkarırcasına tahtından kalkıp Jongdae'nin üzerine yürüyerek, yanağına neredeyse bütün sarayın duyarcasına tokat savurarak yere sendelemesini sağladı.
"Yah! Sen kim oluyorsun da bana emir veriyorsun? Koskoca ülkenin kralıyım ben. Nerede gördün bir kralın askerlerin ayağına gidip, motivasyon verip birde onlarla çatışmaya gittiğini? Ben kralım ve sen de sefil bir kölenin tekisin. Adam gibi güveneceğim biri olmasa yanımda, bir saniye de kapının önüne koyarım seni. Defol ve gözüme gözükme şuanda!"
Jongin delicesine bağırırken Jongdae acı içinde gözyaşlarının zeminde göl oluşunu sağladı. Ayağa kalkarak kapıya yöneldi ve çıkmadan son sözlerini sarfetti.
"O, öyle değildi. Askerlerinin yanında olurdu. Ve ne var biliyor musun? Dost olduğumuzu sanmıştım kralım." diyerek kapıyı hızlıca çarpıp çıktı.
Jongin'in o anda nefesi kesildi. Ne yapacağı bilemeyerek yerinde sabit bir şekilde kaldı. Zalim bir insan olduğu kadar, zalim bir dosttu da. Kapının diğer ucunda dost acısı çeken bir insan bırakacak kadar zalimdi...
Dost demek, olduğun konumdaki seviyeyi yükseltip karşındakini küçültmek demek değildi. Onunla aynı konuma gelebilecek kadar yürekli olup elini uzatmaktı. Zalimlerin hayatında dosta ihtiyacı olmayabilirdi ama sefillerin her gün tattığı o mükemmel dostluk, arkadaşlık duygusu her an hayatlarındaydı. Umarım sefillerde umut etmeyi bildiği kadar, gerçek dostlarını kaybedecek konuma gelmezler. Ve zalimler de, umarım bir gün dost kelimesinin anlamını öğrenebilirler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh My King! | KaiSoo
FanfictionKore'nin kralı Kim Jongin. Acımasız, merhametsiz bir kral. Bir çocuk için hayatını, kalbini nasıl değiştirebilir ki?