Oh My King! | 8. Bölüm

3K 266 44
                                    

Kyungsoo, yorucu geçen günün ardından eve gidip, dinlendikten sonra bütün olayları anlattı annesine. Zavallı kadın her ne kadar istemediğini dile getirse de, Kyungsoo'nun umurunda değildi. Heyecanlanıp yeni güne sabırsızlıkla başlamak için kendini uykunun kollarına bıraktı.

Sabahın körüydü ve güneş doğmadan uyandı Kyungsoo. O kadar heyecanlı ve meraklıydı ki, dün ne kadar zor bir eğitime başlangıç yapsa da, bu duyguları sayesinde tüm yorgunluğu bedeninden atılıverdi.

Zamanın biraz geçmesini bekledikten sonra giyinip sarayın yolunu tuttu. Yolda Minseok'u görünce birlikte saraya adımını attılar ve eğitim alanına yöneldiler. Görevlilerden biri Jongdae'nin birkaç saat sonra geleceğini haber verince, askerler beklemeye koyuldular. Daha on dakika bile olmadan Kyungsoo sıkılmaya başladı ve eğitim alanından çıkıp, kralın yaşadığı yere doğru adımını attı. Gezdikçe, sarayın içindeki yeşil ve mavi mücevherlerin dışında, değerli taşlarla da kaplanıp süslendiğini görünce ağzı açık kaldı. Oldukça olağanüstüydü bu saray. Biraz daha ilerledikten sonra, karşısına büyük genişlikte bir kapı görüş açısına girdi. Sessizce kapının karşısına dikildikten sonra kapının kulpunu aşağı indirdi ve içeri adımını attı. Oda bir kaç tablonun oluşu dışında çok sadeydi. Kapının gıcırtı sesiyle birinin geldiği anladığı an içini korku kapladı. Ürkek adımlar ile yavaşça arkasını döndü. Beklenilen kişi gelmişti tabii ki de.

"Ne yapıyorsun burada, seni lanet olası çocuk?"

"B-Ben merak etmiştim, özür dilerim izinsiz girdiğim için kralım."

Jongin, o anki sinirle Kyungsoo'yu yakasından tuttuğu gibi odadan fırlatarak yerle buluşmasını sağladı. Kyungsoo, acıyla tısladıktan sonra zorda olsa ayağa kalkmayı başararak, eğitim alanına gitmenin en doğru karar olacağını düşünerek o yöne doğru ilerledi.

Jongdae'nin geldiğini gördüğünde aceleyle sıraya geçti ve ağzından çıkacak cümleleri dinlemeye başladı.

"Yeni askerler için belirtmek istediğim şeyler var. Almamız gereken iki krallık var. Dead ve Joseon krallığı. İlk önce Joseon krallığını almak için çabalayıp, savaşacağız. Dead krallığını en sona bırakacağız. Çünkü alınması gereken en zor ve en iyi krallık. Bu yüzden o krallık için almanız gereken eğitim çok uzun sürecek. Joseon krallığı ile savaşmak için telgraf yola çıktı bile. Olumlu cevabı aldıktan sonra savaşmaya gideceğiz. Cevabın gelmesi az bir süre alır. O yüzden hiç durmadan, gece gündüz çalışacak olanlar burada kalsın, bu işi yapamayacak olanlar ise hiç düşünmeden çekip gitsinler. Zamanımı daha istekli, güçlü askerlerle harcamak istiyorum."

Jongdae cümlelerini sarfettikten sonra, gidecek olan üç dört kişiyi izliyordu. Tabi bu arada eğitim alanına açılan bir kapı ve içeriyi izlemeyi sağlayan bir pencere daha olduğu için onları izleyen Jongin'i fark etmeden.

Jongin gizlice onları izliyorken içindeki ses, o baykuş çocuğun gitmesi için Tanrı'ya içten bir şekilde dileklerini telkin etti. Çocuktan hiç hoşlanmamıştı. Nedenini kendisi bile tam bilmiyordu ama hoşlanmıyordu işte. Giden kişileri görünce, aralarında Kyungsoo'nun gitmediğini gördüğünde hayal kırıklığına uğradı. Burada kalıp o küçük bedeni ile mi savaşacaktı? Gerçekten de saçma geliyordu bu Jongin'e ve garip bir şekilde gülümsemekle yetiniyordu.

----

Kyungsoo, eve geldikten sonra eşyalarını topladı. Annesini, Minseok'un annesine bırakmaya karar verdi. Bir süre boyunca ikisi de olamayacaktı ve onları birbirlerine emanet etmenin doğru bir karar olacağını düşündüler.

Annesini bıraktıktan sonra, zorda olsa bir şeyler söylemeye karar verdi.

"Gidiyorum anne. Babam gibi... Bütün gücümle savaşmak için gidiyorum. Bu yaptığım saçmalık sana göre ama bana göre değil. Hayallerim var biliyorsun. Belki de elime çok para geçer ve seni iyileştirebilirim. Ne dersin anne? Güçlü oğlun var değil mi?"

Kyungsoo, annesine göre son olacak sözlerini sarfettikten sonra daha fazla kalıp ağlamamak için evden hızlı adımlarla uzaklaştı. Kendini güçlü gösterip, ağlamamak için direniyordu ama annesinin onun kadar olacağını düşünmüyordu.

O da ağlıyordu işte. Kocasını kaybettikten sonra, oğlunu mu kaybedecekti yani? Saçma bir sebep için mi savaşacaktı? Ülkenin tamamı o saçma kralın olmasaydı ne olacaktı diye düşündü.

----

Kyungsoo, küçük bir bavula gerekli olan eşyalarını doldurduktan sonra evden çıkarak saraya doğru yol aldı. Saraya girmeden Minseok'un da geldiğini gördü ve onu bekleyerek beraber saraya adımını attılar. Genç olan hizmetçilerden bir tanesi, odalarını gösterdikten sonra ikiliyi yalnız bıraktı. İkisi de onlara verilen odanın şaşkınlığı ile şok olmuşlardı. Verilen oda zemin katta olmasına rağmen çok büyüktü ve yatakları oldukça genişti. Duvardaki tablolar ise odayı ihtişamlı hale getiriyordu.

Jongdae'nin, Kyungsoo ve Minseok ikilisine böyle bir odayı vermesinin tek nedeni, onları ilk eğitim gününde mükemmel hünerleriyle gösterdikleri performans idi. Onca zamandır asker eğitmişti ve daha eğitim görmeyen ikili bile onlardan kat kat iyi performans göstermişti. Daha da iyi olmaları için böyle bir odayı hazırlatıp, gereken ilgiyi görmelerini sağlayacaktı.

----

Kral Jongin, çabuk biten kış nedeniyle içini üzüntü kaplayıvermişti. Kışı severdi, çünkü aklına çocukluğu gelirdi. Çocukken annesinin kartondan yaptığı kızaklar ve Jongdae ile birlikte her kış o kızaklar ile kayıp eğlendiği zamanlar. Ne zaman dışarı çıkıp karın içinde oynayan çocukları görse, onlara bakarak çocuklaşıp kar savaşı yapası gelirdi. Sonra kral olduğunu hatırlayıp özlemini içine atar ve kendine çeki düzen verirdi. Çocuk olmak özgür olmak, mutlu olmak, her an gülümseyebilmek demekti. Ama yetişkin olunca pekte fazla öyle olunamıyordu.

Çalan kapı ile pencereden dışarıyı izleme işine son vermişti. Soğuk bir tavırla içini girilmesini emretmişti. Gelen Jongdae idi ve Joseon krallığından gelen mektubu kralına uzattı. Jongin mektuptakileri okuduktan sonra buruşturarak Jongdae'nin eline verdi.

"Daha fazla burada durma ve git o beceriksiz askerlerini azda olsa eğitip, bir şeyler öğrenmesini sağla. Bu savaşta kaybedilirse sağ kalan beceriksiz askerlerin o zaman görecekler gününü."

Jongdae kralının sarfettiği sözleri bıkkınlıkla dinledikten sonra eğitim alanına doğru hızlı bir şekilde yol aldı. Askerlerin tam zamanında orada olduğunu gördüğünde buna sevinmişti ve hemen kılıçları dağıtarak yapmaları gereken hareketleri öğretmeye koyuldu.

Kyungsoo, Jongdae'nin gösterdiği hareketleri birebir yapıyor ve kendinden emin bir şekilde kılıcını hareket ettiriyordu. Beş-altı saate yakın çalışıldıktan sonra hepsi odalarına dağılmıştı. Kyungsoo yorgunluktan ayakta uyuklamaya başlamıştı şimdiden. Jongdae'nin delirdiğini düşünmeden edemedi. Verdiği molalar bir dakikadan azdı. Ama haklıydı da bir yandan. Ne de olsa o krallıkları almak zalim, suratsız, egosu tavanlarda olan kral için önemliydi. Düzgün bir şekilde eğitmez ise Jongdae'nin başında saatlerce ötüp, kalbini kıracaktı.

Kyungsoo, odasına gitmek için zemin kata yönelirken karşısında gözlerinden üzüntü akan Jongin'i gördü. Tam o anda kralının gözlerine kilitli kaldı. Jongin, dakikalarca ona bakan genci gördüğünde amacını anlamak için biçimli kaşlarını kaldırarak, başını 'ne istiyorsan' der şekilde sağa yatırdı. Karşısında duran gencin hala heykel gibi dikilip, cevabın gelmeyeceğini anladığında yanından geçerek sinirle omzuna çarptı.

Kyungsoo, gelen çarpıntının ardından kendine gelmişti. Neden bir anda gözlerine kilitlendiğini anlayamamıştı. Belkide gözlerinden gelen üzüntünün nedenini anlamak istercesine o gözlere hapsolup bir şeyler anlamaya çalışmıştı. Ama sonuç başarısız olmuştu.

İnsan, gözlerden bir şeyi anlamlandıracak kadar zeki değildi. Bir şeyin nedenini öğrenmek istiyor ise yapması gereken o kişiyi kendine özel hissettirmekti ve ağzından kelimelerin dökülmesini sağlamaktı. Kyungsoo ise tamda bunu yapmalıydı. Yapmanında zamanı geliyordu.

Jongin, adımını bahçeye attıktan sonra derin şekilde nefesini dışarıya verdi. Temiz havayı içine çekmeye çalışıyordu ve tıkanıyordu. Çok fazla huzursuz hissediyordu bu aralar. Sakin bir şekilde hayatı normal gidiyor iken, artık adını anlamlandıramadığı bir şekilde geçmeye başlıyordu. İyi ya da kötü şeyler olacaktı hayatında hissediyordu. Ama ne kadar iyi, ne kadar kötü bunu bilemiyordu. Bir şeyler, ya da birileri böyle olmasını sağlamıştı. Bildiği tek şey buydu. Ama o şey ya da o kişi kimdi işte bunu bilmiyordu. Bilmenin de zamanı geliyordu.

Oh My King! | KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin