Başlangıca Dönüş

2 0 0
                                    

Yol kat ettikçe genişledim, kendime inandırmaya çalıştıkça hapsettim beni kimseye söyleyemediğim kelimelerime. Söyleyecek birileri gördükçe ses ettim kalın harflerimle, sesimin çıktığı yerde ergen bir cılızlıkla küçük düşürdü hissettiklerim, minicik yıldızlara inandım sonra. İnandım, bana yeteceğini düşündüğüm her kılıfa çekinmeden tek tek girdim, her seferinde defolarım oldu, onları fark ederek büyüdüm.  İçimi soya soya buldum ben dediğim Deniz'i. Sanırım babam bu ismi bana koyarken nasıl biri olacağımı bilerek koymuştu, deniz kadar derindim, çırpındıkça batacağımı sanırken yok olmak korkusuyla fark ettim ve en güzeli kimse yansıtmadı kim olduğumu, dibe dokunduğumda fark ettim. Boşluğa koştuğumu hatırlıyorum, koşarken bir masal aklıma yansıyordu, kendime anlattığım masalımı duyumsuyorum koşarken, sonuma ulaşırken masalın en başından şöyle anlatıyordu Deniz;

Geçmişin birinde küçük bir çocuk parkın orta yerinde duruyormuş, etrafında onca yaşıtı varken yalnız. Yanına yöresine bakınmış çocuk, bir adamın arkasına bakmadan adım adım gittiğini görmüş, ona doğru koşup paçalarına yapışmış ''Nereye? '' diye. Adam dönmüş, çocuk utanarak adamın yüzüne aşağıdan gözlerini dike dike geri adım atmış. Adım attığı yere bakmadan öylece gidivermiş. Çocuk sevgiyi bu kadar tanırken eksikliğini ilk defa tatmış, çocuk sevgisini kaybetmiş, uzunca aramış benzerini, beklemiş.

Yeniden bulma umuduyla çıkıyorum sayfalara...

İnsanları bazen tanımadığımız için şikayet ederiz, bizden içeri bir yerde. Çokça kızarız kendimize ders edindiğimiz yerden. Küçük bir çocuk gibi azarlarız aynanın karşısında ki kişiyi. Halbuki empati öğretilmişti biz farkında olmadan, öğretici vicdanımızdı. Garip olansa doğuştan yüklüyken bizlere, nasıl olurda fark edemeyiz onu, bunu hiç anlamadım.
Sanırım bazı şeyleri kendimiz bulalım diye gönderildik dünya denen küreye ve bu kürenin bir yarısında, küçük bir bölgesinde, bir binanın içindeki bir dairenin oturma odasında boş gözlerle bakılı kalmış durumdayım. Empati kuramadığım bir zamanın içinde nerde olduğunu merak ederken buldum kendimi. Anlatıyorum çünkü bazı şeyleri anlamak için tekrar etmek gerekir, tekrara giriyorum son ders edindiğim yerden. Hani şu çok bilmiş psikologların bir türlü dillerinden düşüremediği ''Anlatamıyorsan yaz. '' değişi gibi. Anlatıyorum senin hiç duymadığın bir yerden. Bir gün bir arkadaşımın dediği gibi ''Sen yaz, bir gün elbet onun elinede ulaşır '' Eline geçermi bilmem ama ben çoktan senin kalbinden geçtim sanırım.

Gözüm odadaki bütün nesneleri görüyordu, görüyordu da fark edemiyordu hiçbir şeyi. Televizyonumuza, koltuğumuza, sehpanın üzerindeki dağınıklığa baktığımda ne kadar yabancı geliyordu bana. Anlamları çığ gibi düşüyordu olmayışından dolayı. Bin kere düşündüm, çokça eledim gidebileceğin yerleri ve son durak burasıymış gibi geliyordu. İçimde bir maraton vardı, hızla sana yetişmeye çalışan. Koş diyordu ayaklarım, tansiyonum sana kadar çıkmıştı. Başımı kapıya çevirdim, tam hızımı aldım çıkacaktım ki kapının kenarında en sevdiğin ayakkabılarını gördüm. Etrafıma bir kez daha baktım, daha toz bile düşmemiş hatıralarımıza. Bir dakika tozunu alıp mı gittin yoksa?

Eminim sorular soruyorsunuzdur kim diye, inanın ben de tanımıyorum kendisini. Onu tanımak için çıktım kapıdan, ne anahtar umurumdaydı, nede çalınacak olan şeyler.

Dönmemek Üzere GörüşürüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin