• mahogany lox/take your man
Arabayı gelişigüzel park ettiğimde Yunho yakınlarımda duruyorken tezahürat eden kalabalık etrafımı sarıyordu. Kolay bir iş olduğu için pek de tahmin ettiğim kadar heyecanlanmamıştım, sonuçta bir kazanç sağladığım için keyifli olduğumdan herkese karşılık vermekten kaçınmıyordum. Tebriklerine teşekkürler mırıldanırken kadınların uzattıkları ellerini sıkıyor, erkeklerin yumruklaşmalarına karşılık veriyordum. Kısa bir molaya ihtiyacım olduğunu söyleyerek aralarından sıyrılmayı başarabildiğimde en sessiz olabilecek yere sığındım; tek kişilik, daracık kabinlerin olduğu, sigara, esrar, kusmuk ve leş gibi kokan tuvaletlere. Kaçabileceğim tek pencere buradaydı, ne Hoseok ne de Namjoon şu anda bu halde karşısına çıkamayacağım iki kişiydi.
Yunho kapıyı sertçe kapadığında arabamın anahtarını uzattım, emri duymaya hazır bir şekilde karşımda dikiliyor olmasına gülmemek elde değildi. "Sakinleş," dedim, "Bir şırınga vurdular sadece."
"Patron bizi öldürecek. Gerçek söylüyorum."
"Zamanı gelince açıklamasını ben yapacağım." Bıkkınlıkla iç geçirirken pencereyi zorlamaya çalıştım ama açılmıyordu. Görünüşüm bulanıklaşırken zihnim adeta çığlık atıyordu, kan ter içinde kalmıştım. "Şu lanet pencere!"
"Ben deneyeyim mi?"
"Gerek yok. Kilit açmayı biliyorum." Nefeslerim kesikleşirken kollarım uyuşmaya başlamıştı. "Bana kendi kıyafetlerimi getir. Bir de şapka ve gözlük, kimsenin beni tanımadığından emin olmam lazım. Eve geçeceğim, Hoseok sorarsa bir yalan uydur."
"Ne dememi istersiniz?"
Başımın ağrısı şiddetlenirken telefonum çalıp duruyordu. Şakaklarımdan akan teri hissedebiliyordum, dizlerim titremeye başlamıştı. Derin nefesler alırken bu hataya ikinci kez düşmenin pişmanlığını yaşıyordum, Yunho karşımda endişeli bir şekilde sorular sorarken odaklanamıyordum. Tekrardan ne demesi gerektiğini sorduğunda gözlerimi yumdum, pencerenin camına sertçe yumruğumu geçirdim. "Herifin birini evine götürdü de, ne bileyim bir yalan uydur işte!"
"Patron, eliniz-"
"Patronun olduğumu hatırladın sonunda!"
"Kıyafetlerinizi getireceğim."
"Gerek kalmadı. Camdan kaçacağım. Sen gidebilirsin." Ona ait olan deri ceketi üzerimden çıkardığımda eline tutuşturdum. "Motorun anahtarını ver."
Sarhoşluktan beter halime rağmen tereddüt etmeden anahtarlarımı verdiğinde yüzüme dikkatle bakınıyordu. Bir sorun olmadığına dair güvence verebilmek için sırtını patlatlayıp kapıya doğru ittim.
"Patron en azından sizi bırakmama izin verin."
"Görüşürüz, Yunho. Misafirlerimi güzelce ağırlarsan iyi edersin. Uyarı yok, onları korkutacak manzaralar yok. Anlaşıldı mı?"
Başını sallayıp açtığı kapıdan gidişini seyrettim. Aynadaki görüntüme bakındığımda rengim solmuştu, özenle taradığım saçlarım dağılmıştı. Titreyen ellerime rağmen musluğa uzanıp avuçlarıma dolan soğuk suyu yüzüme çırptığımda dakikalar içinde buradan sıyrılacağımı bu yüzden aklımı başıma devşirmeyi umut ettim. Musluğu kapattığımda saçlarımı arkaya taradım, dakikalar öndesinden daha iyi bir ruh halinde olduğum için buradan kaçabileceğimi düşünüyordum.
Kapı açıldığında bu isteğimin aksine dalgalı saçlar, mini elbiseleri ve topuklu ayakkabılarıyla suratı asık ilgi manyağı prensesi gözüktü. Yuri kapıyı sertçe kapattığında kollarını önünde birleştirip gözlerimin içine bakıyordu. Kaçışımdan önce zamanımı alacak gibiydi.