sabrina claudio/ prblm w u
Seks, nefes almak kadar basit bir yaşama eylemiydi benim için. Beğendiğim ve flört halinde olduğum kişilerle karşılıklı cinsel yönden tatmin olmak dışında bir ilişkim olmamıştı, bunu istememiştim bile. Dış görünüşe bakarak birini beğenmek ve etkilenmek çok kolaydı, hafif temaslarla başlardı, bir köhne bir mekanda çalıştığım için çoğunlukla karşılaştığım kişiler bardan olurdu, kafamız güzel olana dek konuşurduk, eğer olacağı varsa bir otele giderdik, evim haricinde her yer benim için uygundu. Numarasını alıp birkaç kez daha görüştüğüm birileri olmuştu elbette, aldatmaya gönlü açık serserilerden başkası değillerdi. Bazen sapkın, yakamdan düşmek bilmeyen iş adamlarına denk geldiğim de olmuştu, eğer onlar deliyse ben bin kat daha deliydim, yakamdan silkmeyi daima becerebilmiştim.
Bu sefer ansızın beklentilerimi aşan karizmatik bir adamla karşılaştığımda yapacağımı bildiğim şeyi yapmamıştım. Onu evime almış, beni dilediğince yönetmesine izin vermiş, bundan zevk almıştım. Bir kerelik bir şey olsaydı, tek seferlik geçip giden zevk olduğunu söyler, onu anında unuturdum fakat ikinci seferinde beni bir kabinde becerdiğinde, hayır, bu tabiri kullanmamdan hoşlanmıyordu fakat o gün yaptığı tam da buydu, daha fazlasını isteyen yanımı susturamıyordun.
Günler sonrasında sahneye çıktığımız her akşam arkadaş ortamıyla aynı masada beni dikizlerken bir kez bile olsun harekete geçmemişti, sanki atılacak olan adımı benden bekliyordu. Onu ilk gördüğüm gün parmağına sarılı altın yüzük artık parmağına takılı değildi. Buna rağmen temas halinde olduğu, kucağından ya da kollarının arasından ayırmadığı farklı yüzler vardı, hepsi kadındı. Arkadaşları evli ya da nişanlı olduğunu biliyorlarsa da bu hareketlerine tepkisiz kalıyor, içiyorlar, kahkahalar atıyorlar, dans ediyorlar, her geldiklerinde kollarında başka birileriyle kapıdan çıkıp gidiyorlardı. Buna Kim Namjoon da dahildi.
Baterist, molalardan birinde bizi arkadaşlarıyla tanıştırmak istediğinde onu dinlememe rağmen bir şey söylememiştim, yöneldiği masayı fark eder etmez peşlerine takılmış, mekandaki en kalabalık ve daimi müşteri olan onların masasının önüne gelmiştim. Birileri yer açarak yüksek masalarda boş bardakları doldurup önümüze ittiğinde bir bardak da benim içindi. Reddetmeden kalabalığın sohbetine odaklanmaya çalıştım fakat bunu yapacak kadar ayık değildim, kesinlikle alkolün verdiği sersemlik değildi. Tekilayı dudaklarıma dayayarak hızlıca içtiğimde boğazımdan kayan ateş kalbimi gümbürdetti, kulaklarım uğuldadı, gözlerim karardı. Anlık acele his beni olduğum yerde tökezletirken günlerdir düşüncelerim yüzünden beni uyutmayan adamdan tarafa döndüm. Bakışları üzerimde, pek de memnunmuş gibi durmuyordu, bu beni gülümsetmişti.
Belime sarılan kollar beni masaya doğru iyice çekiştirirken, "Senin adın nedir bakalım güzellik?" diye sordu. Yüzüne baktığımda uzun ve keskin hatlara sahip, takındığı itici gülümsemesi ve kayan bakışlarını gördüğüm anda göz devirmeme engel olamamıştım. En nefret ettiğim tipler çabuk sahiplenen ve reddedilmeyi kaldıramayan tiplerdi. Eğer biraz daha kibar ama mesajını açık veren biri olsaydı, onunla bugün sevişebilirdim. Eh, itici gelmişti yapabileceğim bir şey yoktu. Belimi okşayan elini tutarak ittiğimde araya mesafe koymamla yükselen bir uğultuyla kahkaha atmaya başlamışlardı.
"Adı Jeongguk," dedi baterist. "Sahiplenilmeyi pek sevmez. Geri adım atsan iyi olur Jaemin."
Jaemin ellerini kaldırarak birkaç adım gerilediğinde yüzünde sırıtış vardı, kendisini boş bir sandalyeye yasladığında dirseğini masaya desteklemiş önüme eğilmiş. "Kötü başlangıçlar için özür dilersem tekrardan başlayabilir miyiz?"
Bakışlarımı suratından çekmedim, masadakilerin bizi izlediğinin farkındaydım. Başım dönüyordu, müziğin gürültüsü kulaklarımın yalnızca çınlamasına sebep oluyordu, sahnedeki arkadaşımın tiz sesi ne kadar erotik bir şekilde şarkıyı dillendirse de, adını hatırlayamadığım bateristin uyarısına rağmen Jaemin denilen kişiye karşı sabırlı olabilmeyi diliyordum sadece.