• grits/ooh ahh (my life be like)
"they wanna see me fall,
talkin' down like i'm a ghoul."•••
Anılarımın en gerisine, küçük yaşlarımda hatırladığım ilk şeye dönecek olsam her şeyi anlatabilirdim. Kucaktan kucağa gezen çirkin bir oğlan çocuğu olduğumu, yürümeye başladığım zaman sürekli yokuş aşağı yuvarlanıp yaralar aldığımı, oyuncaklardan çok etrafımda silahlar olduğunu. O zenginlikle bana bir oyuncak almaları zor bir şey değildi fakat her zaman görmezden gelinen, yok sayılan, ancak iş gördüğüm zaman etrafımda bakıcılarımdan farklı insanlarla iletişim kurabildiğim bir çocukluktu işte.
Şehir şehir gezintilerde, bir arabanın arka koltuğunda, camları sıkıca kapalı, kapıları kilitli bir şekilde saatlerce aç bırakılarak, susuz kalarak gündüzleri uyuduğum, geceleri korkudan ağlayarak çığlıklar attığım dönemlerim de olmuştu. Ne doktor görmüştüm, ne öğretmen, ne elimi tutacak birini, ne adımı soran herhangi birileri işte. Çocukluğumun bir şeyleri algılayabilen yaşları benim için erken başlamıştı, bir gün renk renk arabalar evin bahçesindeydi, herkes etrafta dolanıyor, ellerinde biralarla kahkaha atıyorlardı. Birkaç kişinin arabanın kaputunun altında saklanan suratını görmek için merakla hareketlenip yanlarına gittiğimden sonra başlamıştı her şey. Min Yoongi ile belki de isimlerimizi bilmemizin dışında ilk kez birbirimizi tanımaya başladığımız o andı. Kabloları söküyor, motorları boşaltılıyor, başka bir şeyler ekliyor, etrafında dönen muhabbete gülüyordu. Yanında dikildiğimi fark etmesi uzun bir zaman almıştı, yerinden doğrulduğunda sıcaktan terlemiş ve bronzlaşmış suratıyla karşımdaydı; üzerinde hareketini kısıtlayacak bir kumaş parçası yoktu, tenine kazınmış mürekkepleriyle ortadaydı, belinden düşmekte olan bir pantolonla dikiliyordu. Saçları o zamanlar daha uzundu, dipleri simsiyah ama uçlarına doğru akan bir sarılığa sahip saçlarını bandanalar bağlayarak tutturuyordu. Bana, "Sana öğretmemi ister misin ufaklık?" diye sormuştu. Sanırım o zamanlar ilgi görmek için yanıp tutuşuyor olmalıyım ki, belki de hayatımda aldığım en doğru karardı, başımı sallamıştım. Ondan biraz ürküyor olmama rağmen suratına oturttuğu heyecanlı gülümsemesiyle bir anda gevşemiş hissettiğimi, ağzından çıkan her kelimeyi dikkatlice dinleyip lafı bittiğinde ne demek istediğini sorarak, meraklandığım şeylere duyduğu tatmini açıkça belli ettiği kahkahasına karşı ben de gülüyordum.
Çocuk aklıydı işte. Sekiz yaşındaydım.
Aylar boyunca yazı yazmayı sökemeyen, sayı saymayı bilmeyen bir oğlan çocuğuyken arabalara dair her şeyi öğrenme yolundaydım. Bu hevesim çevremdeki büyüklerin de ilgisini çekiyordu, bir şeyi başardığımda alkışlanmak o kadar hoşuma gitmişti ki, daha da asılarak ucubelerin asla tahmin edemeyeceği şeyler başarmaya başlamıştım. Motorlara nos bağladığımda gaza bastıklarında pistonları ateşleyecek, uçmalarını sağlayacak, vidalar atsa bile devreye girebilecek bulabildiğim her tüpe başlayıp arabanın sistemini baştan yarattığımda dokuz yaşımdaydım. Doğum günü partimde, aslında benim partim olmadığını çok daha sonra anlamıştım, trafikte terör estirip onları kazançlı çıkaracak bir başarıya ulaşmıştım. En azından babamın yüzünü görüyordum, özellikle Yoongi tarafından dikkatlice gözetleniyordum, bana karşı daha yumuşak başlı, kibar, bir dediğimi ikiletmeyen biri haline dönmüştü. Diğer herkesin de selamladığı, küçük de olsa muhabbetler ettiği biriydim ve en önemlisi de artık onlardan biriydim.
Onlardan biri olmanın ne demek olduğunu bilmesem de.
Doğum günü hediyem aileye hoş geldin hediyesiydi. Sol koluma bir dövme çizilmişti, ailedeki herkeste de olduğu için ağlamadan, dimdik durarak ve yaşadığım acıya göğüs gererek atlattığım bir gün olmuştu. O günden itibaren yaşadığım her günün acısı tek tek çıkıyordu, arabalarla kalmıyordu tüm bunlar, evlere sayısız misafirler geliyordu, silahlar ateşleniyordu, arka bahçe kan gölü oluyordu. Kötü insanlar olduklarını anlıyordum, beni korumak için sayısız kez saklanmamı söylemişlerdi, elime küçük bir silah tutuşturarak bizden olmayan birileri karşıma çıkarsa onları alt etmem için tetiğe basmamı söylemişlerdi.