ten, but special chapter.

827 73 20
                                    







Duncan Laurance- Arcade.






Birkaç yıl sonra.



Genç kadın usulca sandalyesinin üzerindeki paltoyu alırken, yatağının üstünde uyuyan kedisini uyandırmamak için parmak uçlarında kapıya ulaştı. Evine son bir bakış atarken kahve makinesini açık unutmadığından emin olmak istedi, bu konuda oldukça paranoyaktı ama tedbirden zarar gelmezdi. Eski alışkanlıklar, diye düşündü içinden.

Elleriyle paltosunun ceplerini karıştırırken parmaklarına değen soğuk metalle rahatladı, merdivenlerden ikişer ikişer inerken oldukça meraklı olan alt komşusu Bayan Dorothea çoktan kapıyı açıp onu gözetlemeye başlamıştı bile. Tek derdi Amelia'nın eve erkek attığını yakalamak ve genç kadını iş üstünde basmaktı ama bilmiyordu ki karşısında ki insan yakalanmamak için eğitim almıştı.

Kendi kendine kıkırdadı genç kadın, biraz rutubetli ama yine de huzurlu apartmanından çıkarken hızla arabasına adımladı,  cebinden araba anahtarını bin bir zorlukla çıkarttı çünkü Amelia'nın çanta kullanmamak gibi kötü bir alışkanlığı vardı, bulduğu her şeyi cebine atıyordu ve ceplerinin içi bit pazarı gibiydi. Yine de bu onu rahatsız eden bir durum değildi, olacağını da sanmıyordu.

Kırmızı Honda'sının kapısını araladı ve kulaklarını tırmalayan gıcırtı sesine aldırış etmemeye çalıştı, sevgili arabasının kapılarının acilen yağlanması gerekiyordu ama tabi ki de bunu yapmayacak kadar üşengeç biriydi. Bu yüzden umursamadan direksiyonun başına geçti ve hızla otoparktan çıktı. Radyoda çalan şarkılara eşlik ederken şehrin ışıltılı ve canlı sokaklarının arasında dolaştı, parmakları direksiyonun üstünde düzenli bir ritim tutarken saate baktı, bu hızla giderse geç kalacaktı. Bu yüzdenaza asılarak şehrin boğucu trafiğini ustalıkla geçti, kısa sürede gideceği yere vardı.

New York Sanat Galerisi.

Buranın aslında pek çok anlamı vardı genç kadına göre, yeni bir başlangıç, yeni bir hayat ya da geçmişin tozlu sayfalarını yırtıp yaktığı bir noktaydı onun için. Nasıl tanımladığı buraya nasıl baktığına göre değişirdi fakat genç kadın bir türlü kötü gözle bakamıyordu buraya, Amelia Smith için geçmiş geçmişte kalmıştı ama geçmişi unutmak yaptığı seçimlere saygı duymamak anlamına geliyordu. Anılar sadece birer mektuptu, şöminesinin içindeki küllere karışan birkaç kağıt parçasıydı.

Taş merdivenleri  hızla çıktı, insan kalabalığının içinden ustalıkla sıyrılarak içeri girdi, bir anda değişen ortamla kendini bir renk cümbüşünün arasında buldu kadın. Duvarlarda ki renk renk, değişik biçimlerdeki tablolar onu New York'un boğucu ve gri havasından almış, bambaşka bir dünyaya götürmüştü adeta. Sohbet eden kalabalığın arasında bir an kendi ismini duyar gibi oldu genç kadın, gözleriyle etrafı tararken son akşam yemeği'nin yanında dikilen ve el sallayan adama gitti bakışları. Adam esmer teni ve uzun boyuyla oldukça dikkat çekiciydi, üstünde her zaman giydiği mavi ceketi vardı. Her zamanki Sam'di işte, ne eksik ne fazla.

Kadın ona doğru yaklaştı, yüzündeki büyük gülümsemeyle sıkıca adama sarıldı. "Bir hafta sonra burada kendi tablolarımın olacağına inanamıyorum." Sam boğulur gibi sesler çıkardı. "Eğer biraz daha sıkarsan bir hafta sonra tablolarını göremeyeceğim."

Amelia gözlerini devirip adamdan ayrıldı, kollarını iki yana açarak etrafını gösterdi," Eee, nasıl buldun?" Genç adam abartılı bir oyunculukla burun kıvırdı, "Burası seni aşar Smith, son akşam yemeği yerine senin tablonu koyacaklarına inanamıyorum." bu cümlelerinin ardından genç kadından sağlam bir yumruk yedi.

As long as it takes you  ➽  Steve RogersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin