nine and last chapter, as long as it takes you.

740 68 45
                                    





James Young- Infinity.











Sevgili Amelia;


Yazacağım bu satırlar, sana karşı olan son sözlerim. Son çığlıklarım, son yakarışlarım, eski hayatımı arkamda bıraktığım yepyeni bir başlangıç. Bazı şeyleri beyaz sayfalara dökmek, onları dile getirmekten çok daha kolay. İnsan her zaman kolay yolu seçmez mi zaten? Önüne çıkan engelleri en hafif yaralarla atlatmaya çalışmaz mı? İşte benim yaptığımda bu, üzgünüm ama karşına çıkıp bunları anlatmaya hiçbir zaman cesaretim olmadı.

Ben gidiyorum, sen bu mektubu okuduğun zaman gitmiş olacağım, umarım Natasha bu mektubu sana ulaştırabilir.

Hayatımda her zaman, yani buzdan çıktığım zaman başlayan hayatım boyunca her zaman, içimde bir yerlerde ruhumu donduran boşluğu hissettim. Ara sıra göreve çıktığım, oldukça meşgul olduğum ya da uzaylılarla savaştığım süreçte içimde ki boşluk biraz daha katlanılabilir olsa da, geri kalan zaman diliminde içimi acıttığını inkar edemem. İlk başlarda bunun sebebinin topluma ayak uyduramamamla alakalı olduğunu düşünüyordum ancak sonradan anladım ki bunun tek bir sebebi vardı, o da geçmişimde bıraktığım bir kadındı.

Kaybedilen zamanı geriye alamamam canımı her seferinde o kadar çok yakıyordu ki, her gece vicdan azabıyla uyuyamamak bunun yanında bir hiçti. Evet, zaman her şeydi ve bu dünyada istediğimiz her şeyi elde edebilsek de, dönüşü olmayan tek yol zamandı. Her şeyi düzeltmenin ve geçmişe gitmeninse çok ağır bir bedeli vardı, ancak ben bu bedeli kabul edecek kadar çaresizdim.

Ben mutlu olmak istiyorum Amelia, ve mutlu olabileceğim tek yer geçmişim olduğu için özür dilerim. Samimiyetimi ve üzüntümü anlaman dileğiyle.

Hayatın seni götürdüğü yere gitme, kalbin seni götürmediği sürece.


Sana hep değer veren, Steve.







Adam yazdığı mektubu beyaz zarfın içine dikkatlice yerleştirdi, düzgün bir el yazısıyla zarfın üstüne Amelia Smith adını işlerken, loş ışıkla beraber titreşen kelimelere uzun uzun baktı. Kafasından binbir türlü düşünce geçerken aralarında en baskın olanı, pişman mısın? oldu. Bir süre kendi kendine düşündü, ama zihninde dolaşan tilkiler kafasına koyacağı şeyi yapmasına engel değildi. Steve Rogers her zaman kafasına koyduğu şeyleri yapan bir adam olmuştu, eğer bir karar verdiyse bu kararın tüm sonuçlarını ve getirilerini düşündüğünü bilirdiniz.

Önünde ki isme uzun uzun baktı adam, bir zamanlar beraber uyandığı, beraber güldüğü, buz tutmuş kalbini uzun zaman sonra ısıtan ilk kadındı Amelia. Peki neydi bir türlü olmayan, yanındayken sevgisinden eminken tek başına kaldığı zaman içini kemiren bu şüphenin sebebi neydi? Geçmişinin tozlu sayfalarında kalan bir kadın mı, yoksa Steve Rogers'ın ta kendisi mi?

Adam bu sorunun cevabının çok net olduğunun farkındaydı.

Arkada birilerini bırakmak kolay değildi, bunu Steve Rogers'tan iyi kimse bilemezdi. Bir sürü ölüm sığdırmıştı hayatına ama ölümden daha kötü bir şey varsa o da yaşarken arkada bırakmaktı, Steve Rogers'ın yaptığı ise tam olarak buydu.

Zarfı ceketinin ön cebine sıkıştırdı, odasından çıkarken saat gece yarısını gösteriyordu. Son günler çok hızlı geçiyordu, Akrep ve yelkovanın kovalamacası sanki zamanı ileri sarmak istermiş gibi hızlıydı, adamsa tam aksine zamanı yavaşlatmak istemekteydi. Ağır adımlarla aynı katta bulunan bir diğer odaya yöneldi, saatin geç olmasından dolayı Avengers kulesinde ki herkes odalarına çekilmişti, ki adamın isteyeceği son şey biriyle karşılaşmaktı.

Arkada bırakacağı insanların yüzüne hiçbir şey yokmuş gibi bakmak hayatı boyunca duymadığı bir utanç duymasına sebep oluyordu.

Genç kadının odasının önüne vardığında kapının altından sızan ince ışıkla biraz rahatladı, kapıyı birkaç kere tıklattı, ona çok uzun gibi gelen birkaç saniyenin ardından kapı açıldı ve Natasha Romanoff'un ateş kızılı saçları görüş açısına girdi. Kadın neden burada olduğunu sorarcasına baktı ama adamın yüz ifadesini görünce kenara çekildi ve geçmesi için eliyle içeriyi işaret etti.

Adam geri geri giden adımlarını zorla odadan içeri sürüklerken, Natasha'nın meraklı bakışlarını sırtında hissedebiliyordu, sanki yapacağı konuşmayı erteleyebilecekmiş gibi karşısında ki beyaz duvarda gezdirdi mavi gözlerini.

"Gecenin bu saatinde neden bu kadar kötü gözüktüğünü sorabilir miyim?" dedi kadın yatağına oturarak, üzerinde her zaman ki görev kıyafetlerine tezatla normal bir pijama takımı ve sabahlık vardı. Şu an ki haliyle bir seri katilden çok normal bir kadına benziyordu.

Steve başını yere eğdi, cebinden zarfı çıkarıp Natasha'ya uzattı, konuşmaya gücü yoktu. Boğazının düğümlendiğini, midesinin acı bir şekilde kasıldığını hissedebiliyordu. Kadın ince parmaklarıyla zarfı kavradı, siyah tükenmez kalemle yazılmış Amelia Smith yazısına uzun uzun baktı, bir şeyleri çözmeye çalıştığı çatılmış kaşlarından anlaşılabiliyordu. Zarfı açıp okumasına gerek yoktu, o her şeyi tek bir bakışta anlayabilirdi.

Bir anda hışımla ayağa kalktı kadın, zarf ellerinden kayıp giderken bir an da bembeyaz kesilen suratını Steve'e çevirdi, Steve kadının gözlerinin içinde ki hiddetin canlanıp kendisini yutabileceğinden korktu. Lakin Natasha Romanoff ağzını açıp tek bir kelime etmedi, boğucu bir sessizlik hakimiyet kurdu odaya. Çığlık çığlığa bağırsalar bile tüm her şeyin yutulacağı bir dinginlik vardı havada,  ama bu sessizliğin daha fırtına öncesi olduğunu biliyordu adam.

"Sen hayatımda gördüğüm en alçak adamsın Steve Rogers." kadının sesi adeta bir bıçak gibi kesti sessizliği. "Bunu yapmayı gerçekten düşünüyor olamazsın."

"Üzgünüm Nat." dedi Steve zar zor bulduğu sesiyle. "Bunu Amelia'ya ulaştırır mısın, benim için?"

Kadın derin bir nefes aldı, bıkkınlıkla düştü omuzları. "Bu senin için yapacağım son şey Steve." adam omuz silkti. "Benimde senden isteyeceğim son şey."

Natasha Romanoff bu hayatta Steve'i anlayabilen yegane kişiydi, beden dilinden bile adamın ne hissettiğini çözebilecek kadar iyi tanıyordu adamı. O yüzden 'Neden?' sorusu çıkmadı ağzından, sadece sustu çünkü biliyordu ki arkadaşı mutsuzdu. Ve o bir şeyi yapacağını söylüyorsa yapardı, onu engellemenin hiçbir yolu yoktu.

İki arkadaş o gün sessizlikleriyle bile çok şey anlattılar birbirlerine. Bazen bazı şeyleri anlatmak için kelimelere gerek yoktu, zaten konuşulacak ne vardı ki? Bir tarafta tek bir kişi uğruna herkesi arkasında bırakan bir adam, diğer tarafta ise arkada bırakılan bir kadın... Natasha Romanoff kızgın ve kırgındı, ama tükenmişliği görebiliyordu arkadaşının gözlerinde, onun mutluluğunu kendi acısına tercih ederdi o. Son bir kez sarıldılar, bu bir vedaydı onlar için. Ölümün bile ayıramadığı iki arkadaş o gün sonsuza kadar ayrıldılar. Önlerinde bir savaş vardı, ve bu onların birbirlerine söyledikleri son kelimelerdi aslında.

O gün Steve Rogers odasına gitti ve sabaha kadar uyumadı. Zehirli düşünceler sardı dört bir yanını, en önemlisiyse vicdanı diken gibi battı ruhuna. Ama her şeyi göze almıştı o, tüm ruhunu ve vicdanını sevdiği kadın için feda etmeye hazırdı. Amelia odasında derin bir uykudayken Steve'in aklında ki tek kişi onu seven kadın değil, Peggy Carter'dı. İç çekti adam, kendini uykunun kollarına teslim ederken, son bir kez fısıldadı.

Hayatın seni götürdüğü yere gitme, kalbin seni götürmediği sürece.









..





Steve Rogers'ın son kelimeleri beyaz bir sayfanın üstündeyken kanla ıslandı tüm harfler, artık ölüm de eklenmişti ayrılığa, kan kokuyordu mektup. Natasha Romanoff sözünü tutamadı ve mektubu hiçbir zaman Amelia'ya veremedi, Natasha'nın bedeni gibi dipsiz bir uçurumda kayboldu.














son.

As long as it takes you  ➽  Steve RogersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin