2 Ekim, Salı.Çok iyi hatırlıyorum, geçen sene hep beraber Stark kulesinde kaldığımız sıradan günlerden biriydi, görevden dönmüş hep beraber dinleniyorduk. Sağ bacağımdan yaralanmıştım ve hiçte azımsanmayacak büyüklükte derin bir kesikti, oldukça kan kaybetmiştim ama görevi başarıyla tamamlamıştık ve yere yığıldığımda en son gördüğüm şey bana endişeyle bakan bir çift mavi gözdü, ondan sonrası tamamen karanlıktı ve kendimden geçtiğim için Stark Kulesine nasıl geldiğimi asla hatırlamıyorum.
Kule de uyandığımda yanımda olmasını istediğim ilk insan sendin fakat, Natasha'nın kızıl saçlarıyla karşılaşmak beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı, yine de gülümsememi bozmamıştım, eminim yanımda olmaman için geçerli bir sebebin vardı. Senin nerde olduğunu sorduğumda, kulede olduğunu söylemişti ve anlam verememiştim. Neden yanımda değildin, normalde en ufak bir çizikte bile başımdan ayrılmaz ve beni bırakmam için ikna etmeye çalışırdın. Bense sen bırakırsan bu işi bırakacağımı, benim için endişelenmemeni söylerdim ve klasik kavgalarımızdan birini ederdik. Fakat bu kavgalar hep aşk dolu öpücüklerle sonlanırdı. Neden bugün yanımda değildin?
Ben yaralıyken bu kadar önemli işinin ne olduğunu merak etmiştim, bunu Natasha'ya sorduğumda bilmediğini ve dinlenmem gerektiğini söylemişti. Odadan kaçar adımlarla çıktığı o anı asla unutamıyorum, benim için üzüldüğü, daha doğrusu acıdığı o kadar belliydi ki... O zamanlar o bakışlarına bir anlam verememiştim ancak şu an geçmişe baktığımda fark ediyorum ki beni salak yerine koyduğun için üzülüyormuş. Keşke üzülmekle kalmayıp bana da söyleseydi, aşktan gerçekleri göremeyecek kadar kördüm çünkü.
Tabiki de Natasha'yı dinlemeyip odamdan çıkmış ve seni aramaya gitmiştim, iyi olup olmadığını kendi gözlerimle görmeliydim, sen beni görmeye zahmet etmesen bile. Ama nedense, sana olan sevgimden dolayı hep bahane uydurmuştum yaptıklarına. 'Çok önemli bir işi vardı, o yüzden benim yanımda değildi' gibi... Çocuk gibi kendimi kandırmaya çalışıyordum ve bu o kadar küçük düşürücü bir durumdu ki aklıma geldikçe öfkeden deliye dönüyorum. Tabi o zamanlar tam bir Polyanna olduğum için beni çok sevdiğini ve ileride evleneceğimizi falan düşünüyordum. Ne kadar aptaldım.
Üstüne basamadığım bacağımla beraber Stark kulesini baştan sona aramış, en son seni hiç kullanılmayan misafir odalarının birinde bulmuştum, kapıyı yavaşça araladığımda geniş omuzlar ve sarı saçlar rahatlamamı sağlamıştı. Fakat hep dimdik duran omuzlar o an çökmüş ve titriyorlardı, sarı saçların dağılmıştı. Karşımda duran adam Kaptan Amerika'dan çok, küçük bir çocuğa benziyordu. O an sana sarılmak istemiştim, ama ayaklarım yerinden oynamıyor, sana doğru ilerlemiyordu. Tek yapabildiğim küçük bir aralıktan seni izlemekti.
Yaklaşık birkaç dakika daha bu şekilde ağladın. Ara sıra ellerini saçlarından geçiriyor, o çok sevdiğim sarı saçlarını adeta yolmak istercesine çekiştiriyordun. Neden bu halde olduğuna anlam verememiştim, aklıma gelen ilk şey 'Ben yaralandığım için mi ağlıyor?' Olmuştu. Her zaman ki iyimserliğim ve kendimi vazgeçilmez sanmama neden olan aptallığımla saçmalıyordum işte, ama o an bu fikre öylesine bağlanmıştım ki sana doğru ilerlemekten kendimi alıkoyamamıştım.
Benim geldiğimi farketmemiştin, hala yüksek sesle ağlamaya devam ediyordun, bense ürkek adımlarla yanına geldiğimde geniş omuzlarına dolanmak için ilerleyen ellerim, gördüğüm şeyle kaskatı kesildi. Tüm bedenimin titrediğini, gözlerimden firar eden birkaç damla gözyaşını çok iyi hatırlıyorum.
Dünyam başıma yıkılmıştı.
Kalbimin daha önce o kadar kırıldığını hatırlamıyorum. Beni bırakıp gittiğinde bile bu kadar parçalandığını, göğüs kafesimin bu kadar ağrıdığını hatırlamıyorum. Sanırım o gün, her şeyi farkettiğim gündü. Aslında beni sevmediğini, senin için bir hiç olduğumu anladığım o an. Ama inanmak istememiştim, daha doğrusu bunu yapmayı sana kondurmamıştım desek daha doğru. Gerçekten bu kadar kör olduğuma inanamıyorum, geçmişteki kendime bir şey söyleme hakkım olsaydı tam bir gerizekalı olduğunu ve bu işe yaramaz herifi terkedip kendime güzel bir hayat kurmam gerektiğini söylerdim. Muhtemelen o zaman ki ben bunu reddeder, 'O beni seviyor, biz birbirimize aşığız!' Temalı saçma sapan cümleler kurardı.
Benim için ağlamıyordun, yaralandığım için endişelenmiyordun. Elinde tuttuğun eski bir fotoğraftı, sararmaya yüz tutmuş çatlaklarla dolu bir kağıt parçasıydı. Fotoğrafta ki kadının gülüşü ise o kadar güzeldi ki, içim acımıştı.
Peggy Carter'ın mutluluğu, içimi acıtmıştı.
Gördüğüm şeylerle şoka girdiğimi hatırlıyorum, öyle bir hayal kırıklığı vardı ki benim yüzleşemeyeceğim kadar yoğundu. Ben aşk acısından ne anlardım? Hayatımda ki ilk adam sendin, her ne kadar fiziksel olarak güçlü olsamsa ruhen hala çocuktum ve herkese sorgusuz sualsiz güvenecek kadar toydum. İnanmak istemedim, beni sevmediğine, onu hala unutamadığına ve şu an benim için değil onun için ağladığına inanmak istemedim.
Beni sevdiğine inanmaya devam ettim.
Odayı dolduran iç çekişlere bir son vermek adına, boğazımda ki yumruyu yok etmek adına sahte bir öksürüğün ağzımdan firar edişi, senin büyük bir panikle bana dönüşün, ama gülümseyen yüzümü görünce rahatlayan ifaden ve gizlice fotoğrafı cebine koyuşun. Sana ilerleyişim ve sana sarılışım, güçlü kollarının etrafıma dolanması. Bunların hepsi dün gibi aklımda, gerçi insan en çok hayal kırıklıklığına uğradığı anı nasıl unutabilir?
Sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemiş ve salağa yatmıştım, titreyen sesimi zar zor dizginleyip neden ağladığını sormuştum. Bana gülümseyerek benim için endişelendiğini ve beni kaybetmekten korktuğunu söylemiştin. Yaşadığım hayal kırıklığına rağmen kalbimi titretmeyi başarmıştın bu cümlelerinle. Sen, sen gerçekten hayatımda gördüğüm en alçak ve yalancı adamsın Steve.
Bilmeme rağmen susmuştum, seni kaybetmemek için gururumu ayaklar altına almıştım, başka bir kadını sevmene izin vermiştim. Ben tam bir aptaldım.
Klasik Amelia Smith, herkesi kendi gibi sanan küçük bir kızdı. Aile sevgisi görmemişti, bu yüzden kendine ilgi gösteren ilk karşı cinse tamamıyla güvenmişti. Ağzından çıkan her şeye inanmış, yaslanacak bir omuz aramıştı. Babasının dolduramadığı o boşluğu, bir yabancıyla kapatmaya çalışacak kadar acizdi. En acı olansa, o adama her şeyini vermiş olmasıydı. sadakatini, geçmişini, benliğini, sevgisini ve bekaretini.
O anın üzerinden günler ve aylar geçti, bense o günü tamamen unutmuş ve salak gibi hayatıma devam etmiştim. Seni kaybetmekten korktuğum için unutmayı seçmiştim, eğer kendime unutturursam hala mutlu olacağımızı ve beni seveceğini düşünüyordum. Hala bir şansımız olduğunu ve günün birinde sonsuza dek mutlu yaşayacağımız masallardan birine dönüşeceğimizi sanıyordum. Öyle olduğunu düşünmek istedim.
Gündüzleri mutluymuş gibi yapıyordum. Benim için üzülmeni, acımanı istemedim. İnsanların gerçekleri bilmeme rağmen seni kaybetmemek için susacak kadar gurursuz olduğumu anlamasın istedim. Ama geceleri tutamadığım göz yaşlarımın, sabaha kadar uyuyamayıp ağladığım günlerin hesabını asla veremeyeceksin Steve.
Beni kandırmanın bedelini ödeyeceksin.
Amelia.
•••
ŞİMDİ OKUDUĞUN
As long as it takes you ➽ Steve Rogers
FanfictionAmelia Smith, onu bırakıp geçmişine dönen Steve Rogers' ı asla affetmeyecekti. Ancak adamın geri döneceğine dair hala bir umudu vardı, umutlarını ve düşlerini kelimelerine döktü. Çaresizce onu bekleyerek.