OY VE BOL YORUMLARINIZI BEKLİYORUM. İYİ OKUMALAR^^
--------------------------------------------------------------
Akşam olunca ise artık odamdaydım. Berrak ise artık kendi yatağını kullanmıyor. Dün benim yatağımda yattı, bugün ise karnımda! İyi ki göbeğim yok...
Belmalara gidince anneannesinin Belçika'dan henüz gelmediğini öğrendik. Belma'yı eve bıraktığımızdan emin olunca da Ayaz'ı eve bıraktık Erdem ile.
Bugün kabus gibi geçmiş olabilir ama Ayaz'ı bana arkadaş olarak kazandıran gün de bugün. Ayaz'ı ilk gördüğümde yanılmamışım. O çok kibar-en azından kızlara karşı- ve benim aksime duygusal biri. Arabadan inmezden önce bana şu cümleyi söyledi;
"Dünya izin vermediği sürece güneş bile dünyayı aydınlatamaz."
Bu benim 10 dakika boş boş bakacağım türden bir cümle. Çok felsefemsi... Hemen anlayamam ki.
Düşünce trenim son hızıyla çuf çuflarken birden kapı çaldı. Doğrulma gereği duymadan , "Gir!" diye seslendim.
"Tuana kedini tutabilir misin?" İbrahim'in tırsan sesini duyduğumda bile doğrulmadan tavanımı izledim.
"Neden?" Berrak'tan korkutucu bir hırlama geldi tam o sırada. Göz devirerek doğruldum. Doğrulduğum an bacağıma üç damla kan aktı. Sol elimle Berrak'ı tutarken sağ elimin işaret parmağıyla burnuma dokundum. Burnum kanıyordu.
Eh, tabii... Bu kadar kişinin burnunu kanatırsan olacağı buydu Tuana.
"Tuana, burnun kanıyor." diye saçma bir tepki geldi İbrahim'den. O halde İbrahim'e laf sokma derdindeydim.
"Biliyorum, kör değilim." İbrahim ise beni takmayarak bana yaklaştı.
"Kalk, temizleyelim hadi." dedi sağ kolumu tutarak.
"Gerek yok." diyerek kolumu kendime çektim. O sırada İbrahim'in eline iki damla kan düştü burnumdan. İbrahim bu sefer rica etmeyi bıraktı ve beni çekeleyerek banyoma götürdü. Kafamı, ensemden tutarak eğdi ve musluğu açtı. Akan musluktan bir avuç suyu eline doldurdu ve burnuma getirdi. Oysa benim burnum en az on dakika aktı. İbrahim'den ise en ufak ses çıkmadı. Ne "Iyy!" dedi, ne de "Off!" dedi... Sabırla burnumun ortasını, işaret ve baş parmağıyla sıktı.
Neredeyse 15 dakika sonra burnumun akması durdu. Ama İbrahim de ben de aynı pozisyonda duruyorduk.
"Özür dilerim." dedi İbrahim ansızın. Cevap vermedim, öylece durdum.
"Evlatlık alınmak istemezdim. Daha doğrusu baban tarafından evlatlık alınmak istemezdim." Bir şeyleri hatırlarlar gibi gülümsedi. "Seni ilk gördüğümde altı yaşındaydın. Her ne kadar bana dil çıkartsan da babanı ne kadar sevdiğini benden daha iyi kimse bilemez. Sen ona baban gibi bakmazdın, daha önce görülmemiş bir tabloya bakar gibi bakardın. O zamanlar ben de çocuktum. Gülerdim. Oysa ağlamam gerekirdi, ağlamamız gerekirdi..."
Bu sözleri beni etkilemiyor. Çünkü artık etkilenecek yaşta değilim... Etkileyecek yaşta da...
"Yeni okuluna kayıt olduğun günü hatırlıyor musun?" Buna da cevap vermedim, sustum.
"Yanından ayrılmıştım, telefon görüşmesi yapmak için." Durdu, sanki bir şeyi söylemek için emin olmaya çalışıyordu. "Beni doğuran kadın aradı. Sanırsam şu an 46 yaşında. Bana, "Seni özledim." dedi."
İbrahim devam etti ama ben duyamadım gerisini. Kafamda garip bir müzik çalmaya başladı. Babam beni arayıp, "Seni özledim." dese ne yapardım? Kucağına mı atlardım? Bunca yıl sonra söylediği için ağlar mıydım? Yoksa İbrahim gibi, "Yanlış numara." deyip kapatır mıydım telefonu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVUKAT KIZI
Genç Kurgu''Kısa bir süre düşün... Ölen bir annen var... Annenin ölümünden seni sorumlu tutan, Türkiye'nin en meşhur avukatlarından biri olan baban... Babanın senden çok sevdiği, sinir bozucu bir neşesi olan üvey bir abin... Tam 13 yıl sonra değiştirdiğin 34...