Gözlerini kırpıştırarak açarken önündeki karanlık yavaş yavaş kayboluyordu. İçinde bulunduğu odayı başta bulanık görse de görüşü gittikçe netleşmişti. Oldukça geniş bir yatağın üstünde yattığını fark etti biraz geç olsa da. Bedeninin şiltenin üstündeki pozisyonu oldukça rahattı, etrafına bakınırken hareket edemediğinde fark etmişti sol elinin yatak başlığına kelepçeli olduğunu.
Sinirle nefes alıp verdikten sonra giydiği kazağın kolundaki iğneyi kolunu birkaç kez kıpırdatıp parmakları arasına alabilmişti. Boştaki eliyle iğneyi kelepçeye sokup o tanıdık 'klik' sesini duyana kadar çevirdi. Sonunda kelepçeden kurtulduğunda çekiştirdiği için acıyan bileğini diğer eline alıp ovmaya başladı.
Yataktan dikkatlice kalktıktan sonra kilitli olduğuna emin olduğu kapıya yönelmek yerine balkona çıktı direkt. Sürgülü kapıyı yavaşça açıp mermer zemine bir adım attıktan sonra sıcak güneş ışığının yüzüne vurmasına izin verdi. Uzun zaman olmuştu bunu hissetmeyeli. Bakmaması gerektiğini bildiği halde gözlerini kocaman açıp karşısındaki Güneş'e baktı. Birkaç saniye sonra bakışlarını geri çekmek zorunda kalsa da memnundu halinden. Güneş'in gözlerini acıtması hiç görememekten daha iyiydi.
Babasının bir kuralıydı bu - hava aydınlıkken asla dışarı çıkamazsın. Son sınıfı tekrar okurken babası okula gitmesine gerek olmadığına karar verip okuldan almıştı onu. O saatlerdeki tek görevi ise evi temizleyip babası gelmeden yemeği hazırlamaktı. Akşam altı buçuktan sonra dışarı çıkma izni olur, eğer babası geri dönebileceğine dair mesaj atarsa da kendini şanslı hissedip eve dönerdi. Eğer o mesaj gelmezse de - ki çoğunlukla öyle oluyordu - babasını uyandıracağı saat olan sabah beşe kadar sokakta durur, sonra onu uyandırmak için eve giderdi.
Garip hissettirmişti bu... artık bu kuralın olmaması. Ya da herhangi bir kuralın olmaması. Babasından korkmayacak oluşu heyecanlanmasına sebep oldu. Onun hapsinden kurtulmuştu.
Yine de üzgün hissediyordu bir şekilde. Anlamlandıramadı bu hissi. Sonuçta ailesi olarak sayılan son kişi de öldürülmüştü. Teorik olarak onu korumakla yükümlü olan son kişiydi Troy, ona en fazla zararı veren kişi olsa da. Bir daha sevilip sevilemeyeceğini düşünmek zordu. Hangi canavarların etkisi altında kaldığını düşünmek ya da acaba babamın ölümü gerçekten canımı acıttı mı diye arada kalmak. Cevaplamak istemeyeceği bir soruydu bu.
Bir yandan babasının hapsinden kurtulduğuna sevinirken bir yandan da bilmediği bir yerde olduğu için korktu. Buradaki kimseyi tanımıyordu, babasını da soğukkanlılıkla öldürmüşlerdi. Tek umudu ona bir şey yapmayacak olmalarıydı.
Balkonun ucuna yürüyüp önündeki manzaraya baktı yavaşça. Ev deniz kenarına yapılmıştı, önündeki berrak suların kıyıya vurma sesi huzur vericiydi. Şehir merkezinden en az bir saat uzakta olmalıyız diye düşündü Louis. Ev, ya da doğru deyişle malikane gözlerden uzaktı. Bahçenin etrafına yüksek duvarlar inşa edilmiş, giriş olarak ise kısa bir patikanın sonundaki kapı kullanılıyordu. Onun görebildiği kadarıyla böyleydi en azından.
Duvarların etrafında upuzun ağaçlar vardı, içeriden bilgi almayı ya da basitçe gözetlemeyi engellemek için. Plaj bile duvarların içindeyken o taraftan bir girişi nasıl engellediklerini düşündü Louis. Büyük ihtimalle düşündüğü gibi bir plaj değil küçük bir göldü ve bittiği yerde duvarlar devam ediyordu.
Bir yandan etrafını incelerken bir yandan da aklında bir sürü düşünce vardı. Kimdi bu adamlar? Babasının onlarla ne işi vardı? Borçtan bahsetmişlerdi ve evlerinden yüklü bir para çıkmıştı. Babası yasal olmayan işlerle mi ilgileniyordu? Üçünün de güçlü kişiler olduğunu anlamak zor değildi, içinde bulunduğu eve bakılırsa aynı zamanda zenginlerdi de. Böyle olabileceğini bildiği birkaç grup vardı sadece. Bir şehir efsanesi gibiydi hepsi.
YOU ARE READING
Beyond Boundaries | Larry - Styles Triplets
FanfictionHarry, Edward ve Marcel. Acımasız, güçlü ve korkulan. Bunlar yeraltı dünyasının lideri olan üç kardeşi en iyi anlatabilecek kelimeler. Louis ise babası Troy bu pis işlerin ortasında kaldığı halde hiçbir şeyden haberi olmayan, evinde şiddet gören bi...