Dağılmanın Gücü
Köy evinin yaşlanmış duvarları sinesine sığınmış örümcek ağlarının rutubetiyle doluydu. Alışmak hissinden memnun böcekler duvarla bir bütünmüşçesine Nuriye Hanım'ı seyrediyorlardı. Evin havasına, sobanın yerine, kilimin desenine, sedirin yüzeyine, ev sahibinin ruh haline kadar alışmış bu yaşayan ev, ilk defa böğründe taşkın bir huzursuzluk taşıyordu.
Bedeninde yaşlılığın en sert belirtisi olan kalp yorgunluğu ile yerine yığılmış olan Nuriye Hanım, hiç vakitsiz yanmış olan sobanın çıtırtıları, evin baskın havası, kilimin üzerinde duran toz toprak ve sedirin üzerinde inleyerek yatan genç kadın taşranın ortasından geçen tren yolunun yerlilerde bıraktığı dehşet gibi çökmüştü eve.Nuriye Hanım'ın eli, sıkışmış olan kalbindeydi. Şimdi daha iyiydi ama trenin geçtiği taşranın sakinlerinden biri de oydu. Yaşananların yarattığı yorgunlukla bayılır gibi birden sedire yığılmış olan kızına bakıp korkuyla kalbini tutmaya devam ediyordu. Arada sayıkladığı isimle kalbi sanki yine sıkışıyordu.
'Nur...' diyordu kızı. Başka bir şey demiyordu. Kendi çocuğu kadar sevdiği bu öksüz kızın ismi gitgide yoruyordu yaşlı kadını. Duydukça aklına gelen, geldikçe de iyice inanmaya başladığı o fikir kızından uzaklaştırıyordu onu: Zehra'nın, Nur'u seviyor olduğu düşüncesi.
Durdu duyamadı Nuriye Hanım. Ayaklandı. Kızının yanına gitti. Neredeyse terliyordu, karşısında bir yabancı vardı. Kızını kendinden uzaklaştırdığı her anın pişmanlığı yitip gitmişti. Bu kişi kimdi, evine kimi almıştı, kime kızım demişti şaşırıyordu Nuriye Hanım. Kızına karşı paslanmış annelik duyguları aradan geçen onca zamanla bir an alevlenecek olmuştu, şimdiyse gitgide arada kalmasına neden oluyordu.
Kendinden geçmiş şekilde sayıklayan genç kadının yanına oturdu. Neredeyse sarsar vaziyette uyandırdı Zehra'yı. Alnında boncuk boncuk terlerle odanın tahta tavanıyla karşılaşan genç kadın, bir an afalladı. Neler olduğunu, nerede olduğunu unutuverdi. Gözleriyle etrafı taradı. Nerede olduğunu anladı, gitgide benliğini saran acıyla yüzünü buruştururken neler olduğunu da anladı.
Birden annesine baktı, tüm yüzü yaşanmışlığın acısıyla kavrulurken kurumuş ağzını açtı:"Nur'u getirdin mi anne?" dedi. Nuriye Hanım kaşlarını çattı. Çizgileri derinleşmiş sarkık yüzünde huzursuzluk belirdi. Öyle kuvvetli bir ifadeydi ki bu, Zehra Nur'a kötü, az öncekinden çok daha kötü bir şey olduğunu sandı. Telaşlanacak oldu, odanın sıcağı yetmezmiş gibi üzerine örtülen battaniyenin bir ucuna asıldı. Tam o sıra Nuriye Hanım konuştu:
"Senin Nur'la aranda ne var, hı?"
Zehra yutkundu. Battaniyenin ucunu bırakıp gözlerini tavana dikti. Anladı. Bir an önce Nur'a varmak istiyordu, vakit kaybetmek istemedi.
"Seni ne ilgilendirir, cevabı sana ne katacak?"
Nuriye Hanım derin, kahırlı bir soluk çekti. Kızının suratına gözünü çıkardı da koydu sanki. 'Doğurduğum çocuk.' diyordu içinden.
"Sen, ben hiçbir şey bilmiyor muyum sanıyorsun Zehra? Ben hiç, sen gibilerini bilmiyor muyum?" dedi ayaklanırken. Soba sıcaklığını daha da yayıyordu sanki.
Nuriye Hanım iyice yanmış, pişmeye başlamıştı. Kendi ayaklanırken Zehra'nın kaşlarını çattığını gördü."Ben gibileri?" dedi ense kökünün ağrısına rağmen başını çevirerek. Annesinin beyaz yazmasının kayıp omuzlarına düştüğünü gördü, çenesini sıkarken acıdan gözleri doldu. Yine de yüzünde emsalsiz bir onurun gölgesi dolaşıyordu. Üzerindeki battaniyeyi kaldırdı. Gözlerini tavana dikerken bedeninin tüm sancısını kafasında tarttı. Şüphesiz canı yanacaktı, yine de kalkmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ağlayan Çınar (Tamamlandı)
Non-FictionEvlat olduğunu seneler evvel unutmuş olan genç kadın, bir gün annesini yaşadığı köyde ziyaret etmeye karar kılar. Kayıp olacakken rast geldiği genç kızın yardımlarıyla annesinin evini bulacaktır. Köyde, annesine olan evlatlık borcunu ödemek için ka...